Pasifik Okyanusu’nun güneybatısında, Ekvator çizgisine yakın konumda yer alan Nauru, yüzölçümü açısından dünyanın en küçük ada ülkesi olmasına rağmen, tarihi ve coğrafyasıyla dikkat çeken bir yerdir. Yalnızca 21 kilometrekarelik bir alana sahip olan bu minik ülke, geçmişte fosfat zenginliği sayesinde kişi başına düşen gelirde dünya lideri konumuna gelmiş; ancak doğal kaynakların tükenmesiyle derin bir ekonomik krize sürüklenmiştir.
Nauru’nun hikâyesi, yalnızca ada tarihçiliği ya da mikroulus incelemesiyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda sömürgecilik, çevresel yıkım, uluslararası siyaset ve küresel adaletsizlikler gibi daha büyük meselelerin mikro düzeyde bir yansımasıdır. Nauru’nun coğrafi yapısından tarihsel gelişimine, sosyoekonomik dönüşümünden günümüzde karşılaştığı varoluşsal tehditlere kadar geniş bir çerçevede bu sıra dışı ülkeyi inceleyeceğiz.
2) Nauru'nun Coğrafi Özelikleri
a) Konum ve Fiziki Yapı
Nauru, Mikronezya bölgesinde yer alan bağımsız bir ada ülkesidir. En yakın kara parçası, yaklaşık 300 kilometre uzaklıktaki Kiribati'nin Banaba Adası’dır. Bu izole konum, Nauru’yu hem doğayla iç içe hem de dünya siyaseti ve ticaretinden bir ölçüde kopuk hale getirmiştir.
Ada’nın merkezinde, fosfat madenciliği nedeniyle büyük oranda tahrip edilmiş olan bir plato bulunur. Çevresi ise bir mercan resifiyle çevrili dar kıyı şeridinden oluşur. Adanın en yüksek noktası olan Kommand Ridge, yalnızca 71 metre yüksekliğindedir. Bu da Nauru’yu deniz seviyesi yükselmesi karşısında son derece savunmasız hale getirir.
b) İklim ve Doğal Kaynaklar
Nauru, tropikal muson iklimi etkisi altındadır. Yıl boyunca sıcak ve nemlidir; ancak taze su kaynakları çok sınırlıdır. Yer altı suyu tuzlanmış, yağmur suları ise yetersizdir. Bu nedenle Nauru, içme suyu ihtiyacını genellikle tuzdan arındırma tesisleriyle karşılamaktadır.
En önemli doğal kaynağı fosfattır. Ancak bu kaynak, çevresel sürdürülebilirlik düşünülmeden yoğun biçimde sömürülmüş ve bugün adanın %80’i yaşanamaz hale gelmiştir.
3) Tarih Öncesinden Kolonyalizme: Yerli Kültürden Sömürge yeni
a) İlk Yerleşim ve Geleneksel Yaşam
Nauru’nun ilk yerleşimcileri, yaklaşık 3 bin yıl önce Mikronezya’dan gelen denizci topluluklardı. Bu erken toplumlar, klan sistemine dayalı bir sosyal yapı kurmuştu. Ada halkı, balıkçılık, hindistancevizi üretimi ve küçük ölçekli tarımla geçiniyordu. Avustronezya kökenli Nauruca dili konuşuluyordu.
Toplumun yapısı 12 büyük klana dayanıyordu ve her klan, adanın belirli bir bölgesinden sorumluydu. Geleneksel dini inançlar, doğa ruhlarına ve atalara tapınma etrafında şekillenmişti.
b) Avrupalıların Gelişi ve Fosfatın Keşfi
Avrupalıların Nauru’yla ilk teması 1798 yılında İngiliz kaptan John Fearn’in adayı “Hoş Ada” olarak adlandırmasıyla başladı. 1888’de Almanya tarafından sömürgeleştirilen Nauru, “Deutsch-Neuguinea” sömürge sisteminin bir parçası haline geldi.
1899 yılında fosfatın keşfi, Nauru’nun kaderini sonsuza kadar değiştirdi. Bu maden, özellikle tarımda gübre üretiminde kullanılmak üzere büyük talep görmekteydi. Almanya, ardından da Avustralya, İngiltere ve Yeni Zelanda’dan oluşan İngiliz Milletler Topluluğu, bu kaynakları adeta yağmaladı.
4) 20. Yüzyılda Nauru: İşgaller, Mandalar ve Yıkım
a) Birinci Dünya Savaşı ve Mandater Dönem
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın elinden alınan Nauru, Milletler Cemiyeti’nin kararıyla Avustralya’nın liderliğinde bir İngiliz mandası haline geldi. Bu dönemde fosfat üretimi daha da arttı. Ancak kazançlar büyük oranda dış güçlere gidiyor, ada halkı yalnızca izleyici konumunda kalıyordu.
b) İkinci Dünya Savaşı ve Japon İşgali
1942’de Japonya, Nauru’yu işgal etti. Japon kuvvetleri, adada zorla çalıştırma uygulamaları gerçekleştirdi ve 1.200’den fazla Naurulu insanı Mikronezya’daki Chuuk Adaları’na sürgüne gönderdi. Savaş sonrası yalnızca 737 kişi hayatta kaldı.
c) Bağımsızlık Yolu ve 1968
Savaş sonrası yeniden Avustralya mandasına dönen Nauru, 1966’da kendi hükümetini kurdu ve nihayet 31 Ocak 1968’de tam bağımsız bir devlet olarak tanındı. İlk başkanları Hammer DeRoburt oldu ve uzun yıllar ülkenin siyasi lideri olarak kaldı.
5) Altın Çağ ve Düşüş: Fosfat Zenginliği ve Ekonomik Çöküş
a) Kişi Başına Gelirde Zirve
1970’lerde ve 1980’lerde, fosfat gelirlerinin tamamı artık Nauru halkına ait olmaya başlamıştı. Hükümet, uluslararası yatırımlar yaparak ülkeyi zenginleştirdi. Bu dönemde kişi başına düşen milli gelir 50.000 doların üzerindeydi. Lüks otomobiller, yurt dışı yatırımlar ve ücretsiz sağlık/konut hizmetleriyle “Pasifik’in Kuveyt’i” unvanını aldı.
b) Yolsuzluk, İsraf ve Kayıp Fonlar
Ancak bu refah, kötü yönetim ve yolsuzluklar nedeniyle sürdürülemedi. Fosfat gelirleri israf edildi; pahalı yatırımlar (örneğin Avustralya’da oteller, Batı ülkelerinde gösterişli binalar) zarar etti. Ülke offshore banka sistemine yönelerek yasa dışı sermaye hareketlerine ev sahipliği yaptı.
1990’lara gelindiğinde Nauru, borç batağına saplanmış; çevresi tahrip edilmiş; fosfat kaynakları tükenmiş ve işsizlik patlamıştı.
6) Nauru'nun Günümüz'deki Durumu
a) Avustralya ile İlişkiler ve Mülteci Kampında
2001 yılında Avustralya ile yapılan anlaşma kapsamında, Nauru’ya mülteci “işleme merkezi” kuruldu. Avustralya, ülkesine gelen sığınmacıları burada tutarak Nauru’ya mali destek sağladı. Bu politika ciddi insan hakları ihlalleriyle eleştirildi.
Bazı dönemlerde ülkenin GSYİH’sinin %20’sinden fazlası bu kamplardan sağlanan gelirlerden oluştu. Ancak bu geçici çözüm, Nauru’nun uzun vadeli kalkınmasına hizmet etmedi.
b) Güncel Ekonomi ve Toplumsal Yapı
Nauru günümüzde dış yardımlara, küçük ölçekli balıkçılığa ve kamu sektörüne dayalı bir ekonomiye sahiptir. İhracatın neredeyse tamamı fosfat kalıntıları ve deniz ürünlerinden oluşur. Eğitim ve sağlık sistemleri hâlâ Avustralya’ya bağımlıdır.
Obezite oranı %70’in üzerindedir; diyabet ve kalp hastalıkları yaygındır. Nüfusun büyük bölümü işsizdir ve gençler göç etmeyi tercih etmektedir.
7) Çevresel Yıkım ve Varoluşsal Tehditler
a) Fosfat Madenciliğinin Sonuçları
Yüz yıl süren fosfat madenciliği, adanın ekolojik dengesini altüst etti. Merkezi plato tamamen kazıldı ve yeniden yaşanabilir hale getirilmesi için milyarlarca dolarlık bir çevre rehabilitasyonu gerekiyor. Bu da ülkenin ekonomik kapasitesini aşan bir proje.
b) Küresel Isınma ve Deniz Seviyesi
Nauru’nun en büyük tehdidi, iklim değişikliğidir. Yükselen deniz seviyesi, kıyı bölgelerinde erozyona neden olmakta; mercan resifleri zarar görmekte ve ada halkının yaşam alanları daralmaktadır. En kötümser senaryoda, yüzyıl sonunda Nauru tamamen sular altında kalabilir.
8) Küçük Bir Ülkenin Büyük Dersi
Nauru’nun hikâyesi; sömürgeciliğin, doğal kaynak sömürüsünün, kötü yönetimin ve çevresel ihmalin trajik bir örneğidir. Bu küçük ada ülkesi, bir zamanlar zenginliğin simgesiyken; bugün dünya sisteminin adaletsizlikleriyle boğuşan bir kriz ülkesine dönüşmüştür.
Ancak Nauru yalnızca uyarı niteliğindeki bir vaka değildir. Aynı zamanda dirençli bir toplumun ve uluslararası dayanışma çağrısının simgesidir. Eğer dünyamız daha adil, çevreci ve sürdürülebilir bir geleceğe ulaşacaksa, bu yolculuğun Nauru gibi ülkeleri geride bırakmadan gerçekleşmesi gerekir.