1) Giriş
a) Osmanlı Askerî Yapısında Reform İhtiyacı
Osmanlı İmparatorluğu, 17. yüzyılın sonlarından itibaren artan askerî başarısızlıklar ve Avrupa karşısında hızla değişen dengeler nedeniyle ciddi bir yapısal krizle karşı karşıya kalmıştı. Özellikle II. Viyana Kuşatması’nın (1683) başarısızlıkla sonuçlanması ve ardından gelen Karlofça (1699) ve Pasarofça (1718) antlaşmalarıyla kaybedilen topraklar, Osmanlı ordusunun artık eskisi kadar etkili olmadığını ortaya koydu. 18. yüzyıl boyunca çeşitli padişahlar, özellikle III. Selim gibi yenilikçi yöneticiler, orduda reform girişimlerinde bulundular. Ancak bu reformlar, köklü ve direnişçi Yeniçeri Ocağı gibi geleneksel kurumlar tarafından engellendi.
Yeniçeri Ocağı, bir zamanlar Osmanlı’nın gözbebeği olan seçkin bir askeri birlikti. Ancak zamanla bu birlik, asli görevinden saparak siyasi çıkar çevrelerinin hizmetinde, saray siyasetiyle iç içe geçmiş, hatta zaman zaman isyanlara bile öncülük eder hale gelmişti. Artık ne savaş meydanlarında etkin bir güçtü ne de devletin reform çabalarına uyum sağlayabilecek bir kurum.
Bu noktada Osmanlı yönetimi için iki temel soru belirmişti: “Nasıl bir ordu kurulmalı?” ve “Bu yeni ordu, eski kurumlar yok edilmeden mümkün müydü?” Bu soruların cevapları, nihayetinde 1826 yılında “Vaka-i Hayriye” olarak adlandırılan köklü bir tasfiyeyle verilecekti.
II. Mahmud’un kararlı tutumu, Yeniçeri Ocağı'nın ortadan kaldırılması ve yerine modern, Batı tarzında eğitim almış ve merkezi bir komuta yapısına bağlı bir ordunun kurulmasıyla sonuçlandı. Bu yeni orduya “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye” adı verildi; yani “Muhammed’in Muzaffer Askerleri”. Bu isim, hem dini meşruiyeti hem de zafer umudunu içinde barındırıyordu.
Bu yazı dizisinde, Osmanlı ordusunun modernleşme sürecinin ilk büyük adımı olan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye'nin kuruluşunu, teşkilat yapısını, faaliyetlerini ve Osmanlı toplumundaki etkisini ele alacağız. Bu ordu yalnızca bir askerî reform değil, aynı zamanda Osmanlı’nın siyasi ve sosyal yapısında dönüşümün ilk sinyali oldu
2) Yeniçeri Ocağı'nın Çöküşü ve Kaldırılması (Vaka-i Hayriye)
Yeniçeri Ocağı, 14. yüzyılda I. Murad döneminde kurulan ve klasik Osmanlı ordusunun en temel unsurlarından biri olan kapıkulu askerlerinin bel kemiğiydi. “Devşirme sistemi” ile toplanan gayrimüslim çocuklar, Enderun’da ve Acemi Oğlanlar Ocağı’nda sıkı bir eğitimden geçirilerek Yeniçeri Ocağı'na alınırdı. Bu sistem, uzun yıllar boyunca Osmanlı ordusunun disiplinli, sadık ve savaşçı bir yapıya sahip olmasını sağlamıştı.
Ancak zamanla Yeniçeri Ocağı'nın yapısı bozuldu. 17. yüzyıl sonlarından itibaren devşirme sistemi terk edildi ve ocağa dışarıdan torpille, liyakatsiz kişiler alınmaya başlandı. Yeniçeriler, savaşmaktan çok ticaret ve zanaatla uğraşmaya başladılar; cephede gösterdikleri performans ise giderek zayıfladı. Ocağın içine sızan çeşitli çıkar çevreleri, özellikle ulema ve saray bürokrasisiyle kurdukları bağlar sayesinde kendilerini dokunulmaz bir sınıf haline getirdiler.
Bu dönemde Osmanlı’nın Batı karşısında askerî anlamda yaşadığı gerileme ve reform ihtiyacına karşı gösterilen en büyük direnç de Yeniçerilerden geldi. III. Selim’in Nizam-ı Cedid adlı modern ordu kurma çabası, 1807 yılında Patrona Halil İsyanı’nın bir benzeri olan Kabakçı Mustafa İsyanı ile son buldu. III. Selim tahttan indirildi, reformcular tasfiye edildi.
Ancak bu isyanlar Osmanlı’nın mevcut sistemiyle artık yoluna devam edemeyeceğini gösteriyordu. II. Mahmud, 1808’de tahta çıktıktan sonra sabırlı fakat sistemli bir şekilde Yeniçeri Ocağı’nı tasfiye etmenin zeminini hazırladı. Yeniçerilerden yana görünen, ancak onların dağınıklığını iyi değerlendiren II. Mahmud, uzun bir hazırlık sürecinden sonra 1826 yılında nihai adımı attı.
Vaka-i Hayriye (Hayırlı Olay) olarak tarihe geçen bu olayda, Yeniçeriler Sadabad’da padişahın kurduğu yeni orduya karşı ayaklandılar. Ancak bu isyan, II. Mahmud’un emriyle topçu birliklerinin müdahalesiyle bastırıldı. Yeniçeri kışlaları "Etmeydanı" topa tutuldu, binlerce yeniçeri öldürüldü veya sürgün edildi. Ocağın mallarına el konuldu, mezar taşları bile yıkıldı, "Yeniçeri" ismi resmen tarihten silindi.
Vaka-i Hayriye, Osmanlı tarihinde yalnızca bir askerî reform olarak değil, aynı zamanda merkezi otoritenin yeniden tesis edildiği bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Artık Osmanlı, geleneksel yapıların tasfiyesiyle Batı tipi, modern bir devlet olma yolunda somut adımlar atacaktı. Bu adımların ilki ise, doğrudan Vaka-i Hayriye’nin ardından kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye idi.
3) Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye'nin Kuruluşu (1826)
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından hemen sonra II. Mahmud, Osmanlı ordusunun tamamen yeniden yapılandırılmasına yönelik çalışmaları başlattı. Vaka-i Hayriye’nin hemen ardından, 16 Haziran 1826 tarihinde, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye adlı yeni bir düzenli ordu kurulmuş olarak ilan edildi. Bu isim, hem dinî meşruiyet hem de sembolik bir zafer vurgusu taşımaktaydı: “Muhammed’in Muzaffer Askerleri.”
Yeni ordunun temel amacı, Batı’daki modern ordulara benzer bir şekilde, disiplinli, eğitimli, teknik bilgiye sahip ve merkezi bir komuta yapısına bağlı profesyonel bir askerî güç oluşturmaktı. II. Mahmud, bu yapının sadece askeri değil, aynı zamanda siyasi anlamda da merkeze mutlak bağlı olması gerektiğini biliyordu.
a) Kuruluş Süreci ve Yapılanma
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’nin kuruluşunda ilk adım, kalan Yeniçeri unsurlarının tasfiyesiyle açılan boşluğu dolduracak şekilde asker teminiydi. Başlangıçta, Anadolu ve Rumeli’deki yerel halktan gönüllüler toplanarak yeni orduya alındı. İlk etapta İstanbul'da yaklaşık 12.000 kişilik bir çekirdek kuvvet oluşturuldu.
Bu askerler, dönemin Avrupa ordularına benzer şekilde eğitim alacak, silah kullanımı, talim, atıcılık ve düzenli yürüyüş gibi konularda disipline edilecekti. Bunun için yabancı uzmanlardan da destek alındı. II. Mahmud, özellikle Fransız ve Prusyalı subaylardan danışmanlık hizmeti aldı. Bu danışmanlar, Asâkir-i Mansûre askerlerinin eğitiminde görev aldı ve talimnameler hazırladı.
b) Kurumsallaşma: Seraskerlik Dairesi’nin Kurulması
Yeni ordu ile birlikte Osmanlı’da “Seraskerlik” adı verilen yeni bir askerî bakanlık kuruldu. Serasker, hem iç güvenliğin başı hem de ordunun en üst düzey komutanıydı. Bu yapı sayesinde, Osmanlı ordusu ilk kez bir merkezi bakanlığa bağlanarak, kayıt, denetim, lojistik ve komuta bakımından bürokratik bir düzene oturtuldu.
Ayrıca, askerlerin maaşları, sağlık hizmetleri, eğitim yerleri, kışlaları gibi tüm organizasyon modern esaslara göre planlandı. Bu dönemde İstanbul’da inşa edilen büyük kışlalar – örneğin Selimiye ve Davutpaşa kışlaları – yeni ordunun kalıcı kurumlar haline gelmesinin simgesiydi.
c) Askerlik Sistemi ve Zorunlu Hizmet
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye'nin en dikkat çekici yönlerinden biri, askerlik hizmetinin yeniden tanımlanmasıydı. Daha önce tımar sistemi, gönüllülük ve devşirme esasına dayanan sistem yerini ücretli, belli süreli ve gönüllü esaslı bir yapıya bıraktı. Ancak zamanla, zorunlu askerlik uygulamaları da gündeme geldi. Bu, halkın orduya bakışını da etkileyecek ve Osmanlı toplumunda “devlet için askerlik yapma” fikrini yaygınlaştıracaktı.
d) Manevî ve Siyasal Boyut
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’nin kuruluşunda dinî söylem ve semboller özellikle vurgulandı. Bu yeni ordunun, yalnızca teknik olarak değil, ahlâken ve manen de üstün olması hedefleniyordu. Bu nedenle ordunun adı dahi “Peygamberin zaferini temsil eden askerler” şeklinde anlamlandırılmıştı. Bu isim, hem ulemanın hem de halkın gözünde meşruiyet sağlamak amacı taşıyordu.
II. Mahmud, orduyla birlikte dinî liderliğini de pekiştirmek istiyordu. Bu nedenle ordu, aynı zamanda padişahın halifelik kimliğiyle bütünleşmiş bir güç olarak tanıtıldı. Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye, artık yalnızca savaş meydanlarında değil, Osmanlı halkının zihninde de “meşru” bir güç olarak konumlandırılıyordu.
4) Teşkilat Yapısı ve Askerî Eğitim
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’nin en ayırt edici özelliklerinden biri, klasik Osmanlı askeri teşkilatından ayrılarak daha merkeziyetçi, rasyonel ve Avrupa tarzı bir yapı benimsemiş olmasıydı. Bu yapı yalnızca savaş alanında değil, yönetim, eğitim ve lojistik gibi unsurlarda da ciddi bir dönüşümü beraberinde getirmişti.
a) Komuta Kademesi ve Yönetim Hiyerarşisi
Yeni ordunun başında “Serasker” unvanını taşıyan yüksek rütbeli bir asker bulunuyordu. Serasker, günümüz anlamıyla Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı’nın yetkilerini birleştiren güçlü bir makamdı. Serasker doğrudan padişaha bağlıydı ve İstanbul’daki Serasker Dairesi üzerinden tüm orduya komuta ederdi.
Seraskerin altında yer alan kademe ise “Mirliva” (tuğgeneral düzeyi), “Miralay” (albay), “Kaymakam” (yarbay), “Binbaşı”, “Yüzbaşı”, “Mülazım-ı evvel” (üsteğmen) ve “Mülazım-ı sani” (teğmen) gibi rütbelerden oluşuyordu. Bu rütbe sistemi, Avrupa’daki ordulara benzer şekilde hiyerarşik bir düzen sağlamak üzere yeniden tasarlanmıştı.
b) Tümenler, Taburlar ve Kıtalar
Asâkir-i Mansûre ordusu, belirli bir organizasyon dahilinde “alaylar”, “taburlar” ve “bölükler” şeklinde teşkilatlanmıştı. Her alayın başında bir miralay, taburun başında bir binbaşı, bölüğün başında ise yüzbaşı bulunuyordu. Bu yapılanma, klasik Osmanlı ordusunun karmaşık yapısından uzaklaşarak daha işlevsel ve yönetilebilir bir düzene geçildiğini gösterir.
Alayların ve taburların her birinde farklı ihtisaslara göre sınıflandırmalar yapılmıştı:
* Piyade sınıfı (Neferân)
* Süvari sınıfı (Süvarî Mansûre)
* Topçu sınıfı (Topçu Mansûre)
* İstihkâm ve ulaştırma birlikleri
Bu sınıflandırmalar sayesinde, ordunun hem taarruz hem de savunma kapasitesi artırılmak istendi. Böylece ordunun sadece savaşçı değil, aynı zamanda mühendislik, istihkâm ve lojistik kabiliyeti olan bir yapıya kavuşması hedeflendi.
c) Askerî Eğitim Kurumları: Harbiye’nin Temelleri
Asâkir-i Mansûre’nin teşkilatının en önemli ayağı ise eğitimdi. 1834 yılında kurulan Mekteb-i Harbiye, bu ordunun subay ihtiyacını karşılamak üzere açıldı. Bu okul, günümüzün askerî akademilerinin temeli kabul edilir. Harbiye’de matematik, geometri, topografya, Fransızca, harp tarihi ve askerî strateji gibi dersler okutuluyordu.
Eğitim kadrosunda yerli hocaların yanı sıra, özellikle Fransız ve Alman subaylardan da faydalanıldı. II. Mahmud, modern ordu fikrini sadece kılık kıyafette değil, düşünsel ve bilimsel temelde de inşa etmeyi amaçlıyordu.
Ayrıca yeniçeriler döneminde hiç olmayan veya çok kısıtlı olan saha tatbikatları bu dönemde sıklaştırıldı. Ordu, her yıl belirli aralıklarla askeri tatbikatlara tabi tutuldu. Bu uygulama, yalnızca teknik bir hazırlık değil, aynı zamanda kamuoyuna yeni ordunun kudretini gösterme aracıydı.
d) Disiplin ve Askerî Ahlak
Asâkir-i Mansûre mensuplarının davranış kuralları da yeniden düzenlendi. Askerî disiplin, sadece cezalarla değil, aynı zamanda rütbe ve maaş sisteminde adaletli uygulamalarla sağlanmaya çalışıldı. Maaşlar düzenli ödeniyor, orduda liyakate dayalı yükselme imkanları tanınıyordu.
Ayrıca ordu mensuplarına Kur’an bilgisi, ahlâk dersleri ve devlet hizmetinin kutsallığı üzerine eğitimler de veriliyordu. Bu yönüyle Asâkir-i Mansûre, bir yandan Batı tipi disiplin anlayışını benimserken öte yandan Osmanlı-İslam kimliğini koruma iddiası taşıyordu.
5) Kıyafet, Disiplin ve Modernleşme Unsurları
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye yalnızca Osmanlı ordusunun teknik ve idari yapısında değil, aynı zamanda dış görünüşünde ve temsil biçiminde de köklü bir dönüşümü temsil ediyordu. II. Mahmud, bu yeni ordunun kıyafetiyle, duruşuyla, disiplin anlayışıyla tam anlamıyla modern bir Osmanlı kimliğini yansıtmasını istemişti.
a) Fes ve Üniforma Devrimi
Yeniçerilerin başlıkları, kıyafetleri ve süsleri, zamanla ordu ciddiyetinden uzak, aşiretvari ve hatta sokak kıyafeti havasına bürünmüştü. II. Mahmud, bu dağınıklığı ortadan kaldırmak adına çok önemli bir adım attı: fes.
1827 yılında alınan bir kararla, Asâkir-i Mansûre mensupları artık yeniçeri serpuşu değil, kırmızı renkli yuvarlak fes giyecekti. Bu kıyafet devrimi sadece askerî bir düzenleme değil, aynı zamanda bir medeniyet tercihiydi. Fes, bir anlamda Osmanlı’nın Batı’ya yönelişinin ve modernleşme arzusunun sembolü haline geldi.
Askerlerin kıyafetleri ise Avrupa tarzı, sade ve işlevsel bir forma dönüştürüldü: koyu renkli ceketler, düz pantolonlar ve parlak tokalı kemerlerle tam teşkilatlı bir askeri üniforma düzeni oluşturuldu. Her rütbenin kendine has rengi ve işareti vardı. Bu sistem, Osmanlı’da ilk defa rütbe ve disiplinin dışa da açık hale geldiği bir dönem başlattı.
b) Disiplin ve Askeri Ceza Sistemi
Yeniçeri Ocağı’nın en büyük sorunlarından biri disiplinsizlikti. Yeni ordu, disiplinin en yüksek seviyede tutulacağı bir yapı üzerine kuruldu. Her askerin günlük görevleri, nöbet saatleri, eğitim programları ve dinî ibadet saatleri dahi kayıt altına alınıyordu.
Disiplinin sağlanması için sert ancak adil bir ceza sistemi geliştirildi. Emir ve komutaya itaatsizlik, firar, görevi terk, halkla çatışma gibi davranışlar için belirli cezalar uygulanıyordu. Ancak bu cezalar keyfî değil, düzenli ve yazılı kurallar çerçevesinde verilirdi. Böylece ordu içinde hukuki bir yapı ve güven ortamı oluştu.
c) Kışla Hayatı ve Askerî Yaşam Kültürü
Asâkir-i Mansûre askerleri, İstanbul başta olmak üzere birçok büyük şehirde kurulan geniş kışlalarda topluca yaşıyordu. Bu kışlalar modern bir garnizon sistemiyle inşa edilmişti: eğitim alanları, yatakhaneler, camiler, revirler, silahhaneler ve yemekhaneler bir arada bulunuyordu.
Askerî yaşamın günlük rutini oldukça düzenliydi:
* Sabah namazı sonrası içtima,
* Sabah talimi ve nişan eğitimi,
* Öğlen dinlenme ve Kur’an eğitimi,
* Akşamüstü savaş taktikleri çalışması,
Akşam yemekten sonra serbest vakit ve istirahât.
Bu düzen sayesinde, ordu yalnızca savaş zamanlarında değil, barış zamanlarında da diri ve disiplinli kalabiliyordu. Ayrıca bu yaşam tarzı, taşradan gelen genç erkekleri kısa sürede eğitiyor ve sosyal disiplin kazandırıyordu.
d) Sivil Toplum ve Asker Arasındaki İlişkiler
Asâkir-i Mansûre ordusunun en dikkat çekici farklarından biri de sivil halkla olan ilişkisiydi. Yeniçeriler döneminde halktan zorla para toplayan, esnafı haraca bağlayan uygulamalar artık geçmişte kalmıştı. II. Mahmud, halkla barışık, onları koruyan ve kollayan bir askerî sınıf inşa etmeye çalıştı.
Askerler halka karşı sorumlu bireyler olarak yetiştiriliyor, özellikle şehir yaşamında sivil düzeni bozmamaları için uyarılıyorlardı. Bu anlayış zamanla “devlet-millet-ordu” bütünlüğünün zeminini oluşturacaktı.
6) Asâkir-i Mansûre’nin Seferleri ve Askerî Başarıları
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye, sadece bir reform projesi olarak kalmamış; kuruluşundan itibaren birçok savaşta aktif olarak kullanılmış, Osmanlı’nın 19. yüzyıldaki askerî faaliyetlerinde önemli roller oynamıştır. Bu ordunun sahada verdiği sınavlar, yeni yapının avantajlarını ve eksiklerini ortaya koymuştur.
a) 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı
Asâkir-i Mansûre’nin ilk büyük sınavı, kuruluşundan hemen sonra çıkan 1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı oldu. Yeniçerilerin tasfiyesinden yalnızca bir yıl sonra, hazırlıkları tamamlanmamış bir orduyla Rusya gibi güçlü bir rakibe karşı savaşmak, büyük riskler barındırıyordu.
Yeni kurulan birlikler henüz tam eğitimli ve donanımlı değildi. Bu nedenle savaşın genelinde Osmanlı ordusu zorlandı ve birçok cephede geri çekilmek zorunda kaldı. 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması, Osmanlı açısından ağır şartlar taşıyordu. Ancak tüm olumsuzluklara rağmen, Asâkir-i Mansûre birlikleri disiplini ve düzeni sayesinde bazı cephelerde direnç gösterdi. Bu savaş, yeni ordunun eksiklerinin görülmesini sağladı ve reformların hız kazanmasına neden oldu.
b) Mısır Seferleri ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa Krizi
Asâkir-i Mansûre’nin belki de en çok zorlandığı ve eleştirildiği mücadele, 1831–1833 ve 1839 yıllarındaki Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyanıydı. Osmanlı Devleti, kendi valisi olan Mehmed Ali Paşa'nın bağımsızlık girişimlerine karşı ordusunu sefere çıkardı.
1832’de Konya Meydan Muharebesi'nde Osmanlı ordusu, Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yenilgiye uğratıldı. Asâkir-i Mansûre birlikleri sayıca üstün olmalarına rağmen savaş tecrübesi ve stratejik yönlerden geri kaldılar. Bu yenilgi, hem ordu reformlarının yetersizliğini hem de merkezi otoritenin zayıflığını ortaya koydu.
Bu başarısızlık, Hünkâr İskelesi Antlaşması gibi Rusya ile Osmanlı arasında askeri işbirliğini içeren tehlikeli diplomatik adımların atılmasına neden oldu. 1839’da ikinci defa Mısır üzerine sefere çıkıldığında da Asâkir-i Mansûre büyük bir mağlubiyet aldı ve Nizip Savaşı kaybedildi.
Ancak tüm bu gelişmeler Asâkir-i Mansûre’nin değil, daha çok siyasi kararsızlıkların ve yüksek rütbeli komutanların yetersizliğinin sonucuydu. Ordu birlikleri genel anlamda görevlerini yerine getirmiş; savaşın teknik kısmında değil, stratejik planlamada yenilmişti.
c) İç Güvenlik Harekâtları ve İsyanların Bastırılması
Asâkir-i Mansûre, dış tehditlerle mücadele dışında iç güvenliğin sağlanmasında da kullanıldı. Anadolu, Rumeli ve Arap eyaletlerinde çıkan isyanların bastırılmasında bu orduya büyük görevler verildi.
Özellikle:
Sivas ve Erzurum’daki aşiret ayaklanmaları,
Bosna’da çıkan yerel isyanlar,
Arap topraklarında çıkan vergi direnişleri
gibi olaylarda Asâkir-i Mansûre birlikleri etkin rol oynadı. Bu durum, ordunun yalnızca savaş zamanlarında değil, barış zamanlarında da merkezî otoritenin en güçlü aracı haline geldiğini gösterir.
d) Modern Ordunun Uluslararası Algısı
Avrupa devletleri, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’yi Osmanlı’nın Batı’ya doğru attığı ciddi bir adım olarak değerlendirdiler. Özellikle Fransız ve İngiliz elçilikleri, bu yeni ordunun raporlarını merkezlerine detaylı şekilde bildirdiler. Askerî yapı, kıyafet düzeni, Harbiye eğitimi ve kışla organizasyonu, Avrupa basınında da zaman zaman övgüyle anıldı.
Ancak askerî başarılar açısından değerlendirildiğinde, Asâkir-i Mansûre döneminde Osmanlı, toprak kayıplarını durduramamıştır. Bu durum, ordunun değil, daha çok Osmanlı siyasetinin, diplomatik yalnızlığının ve lojistik zayıflıkların bir sonucuydu.
7) Asâkir-i Mansûre’nin Kaldırılması ve Yerine Kurulan Ordular
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye, Osmanlı askerî tarihinin en köklü dönüşüm projelerinden biri olarak 1826’da kurulmuş, yaklaşık kırk yıl boyunca Osmanlı ordusunun ana yapısını oluşturmuştur. Ancak bu ordu da zamanla, özellikle 19. yüzyılın ortalarındaki yeni gelişmeler ve beklentiler karşısında yetersiz görülmeye başlanmış ve yerini başka askerî oluşumlara bırakmıştır.
a) Zamanla Ortaya Çıkan Sorunlar
Başlangıçta modernleşme hamlesi olarak büyük umutlarla kurulan Asâkir-i Mansûre, birkaç on yıl içinde yeni problemlerle karşı karşıya kaldı:
Subay eksikliği ve liyakat sorunu,
Yetersiz lojistik ve mühimmat desteği,
Komuta kademesinde kayırmacılık,
Giderek hantallaşan bürokratik yapı,
Talim ve eğitimin yavaşlaması
özellikle Tanzimat Dönemi'ne gelindiğinde orduyu tekrar reforma muhtaç hale getirmişti.
Ayrıca Avrupa'da hızla gelişen silah teknolojileri ve savaş taktikleri karşısında Osmanlı ordusunun bu yapısı artık çağın gerisinde kalmaya başlamıştı. Bu durum, yeni reform arayışlarını tetikledi.
b) Tanzimat ve Yeni Ordu Arayışı
1839’da Sultan Abdülmecid’in tahta çıkması ve Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesiyle birlikte Osmanlı'da idari, hukukî ve askerî alanlarda geniş çaplı reformlar gündeme geldi. Bu dönemde Asâkir-i Mansûre hâlâ görevdeydi ancak yerine geçecek daha kapsamlı ve kurumsal bir askerî yapı için çalışmalar başladı.
1843 yılında, önce eğitim sisteminde değişiklik yapıldı. 1845’te ise Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’nin yerini resmen alacak yeni bir ordu kuruldu: Asâkir-i Nizâmiye-i Şâhâne.
c) Asâkir-i Nizâmiye-i Şâhâne’nin Kuruluşu
Asâkir-i Nizâmiye-i Şâhâne, Batı tarzı bir düzenli ordu olarak tasarlandı. Bu yeni yapı, Fransız modeline dayanıyor; kademeli rütbe sistemi, tümen ve kolordu organizasyonu ile daha sistematik bir askeri düzen getiriyordu.
Yeni ordunun temel özellikleri:
Üç ana ordu bölgesi (Anadolu, Rumeli, Arabistan),
Daimî tabur ve alaylar,
Profesyonel subay okulları,
Zorunlu askerlik uygulaması,
Modern silahlar ve toplar,
Avrupa’dan getirilen askerî danışmanlar (özellikle Fransız ve Prusyalılar).
Bu değişimle birlikte Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’nin birçok birliği ya dağıtıldı ya da yeni kurulan orduya entegre edildi.
d) Asâkir-i Mansûre’nin Mirası
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye, kısa ömürlü gibi görünse de Osmanlı askerî tarihinde çok önemli bir geçiş dönemini temsil eder. Hem Yeniçeri Ocağı’nın köhnemiş yapısını ortadan kaldırmış hem de modernleşmenin ilk kurumsal adımını atmıştır. Onun sayesinde:
Merkezî idare ordu üzerindeki kontrolünü artırmış,
Disiplinli askerî yaşam kültürü yerleşmiş,
Askerî eğitim kurumsallaşmış,
Kıyafet, simge ve rütbe kavramları oturmuş,
Sivil-asker ilişkisi düzenlenmiş ve hukuka bağlanmıştır.
Bu kazanımlar, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e, hatta Cumhuriyet dönemine kadar uzanan reform çizgisinin temel taşlarını oluşturmuştur.
8) Genel Değerlendirme ve Asâkir-i Mansûre’nin Osmanlı Tarihindeki Yeri
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye, Osmanlı tarihinin yalnızca askerî değil, aynı zamanda sosyal ve siyasi dönüşümünü de temsil eden bir kurumdur. II. Mahmud’un bu yapıyı kurarken gözettiği hedefler, Osmanlı Devleti’nin çağın ruhunu yakalama çabasının somutlaşmış hâlidir. Bu bölümde, Asâkir-i Mansûre’nin genel değerlendirmesini yaparak tarih içindeki yerini daha netleştireceğiz.
a) Yeniçeri Ocağı’ndan Kopuş: Zihinsel Devrim
Asâkir-i Mansûre, yalnızca Yeniçerilerin fizikî tasfiyesini değil, aynı zamanda bir zihniyet dönüşümünü simgeler. Osmanlı’da yüzyıllardır süregelen askerî kast yapısı sona erdirilmiş, yerine devletin doğrudan kontrolünde, disiplinli ve eğitime dayalı bir profesyonel ordu sistemi getirilmiştir.
Bu geçiş, köklü bir gelenekle bağları koparmak demekti. II. Mahmud’un aldığı bu radikal karar, sadece askerî bir yenilik değil, aynı zamanda devlet otoritesinin sivil toplum üzerindeki hâkimiyetini yeniden tesis etme girişimiydi. Yeniçerilerin kaldırılmasıyla birlikte ulema, esnaf, lonca gibi sınıfların da denetimi kolaylaştı.
b) Modernleşmenin Askerî Yüzü
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye, Osmanlı’da modernleşmenin ilk askerî kurumu olarak kabul edilebilir. Avrupa’daki Napolyoncu reformlardan ilham alınarak kurulan bu ordu, ilk defa çağdaş eğitim, kışla disiplini, rütbe düzeni, üniforma birliği, maaş sistemi gibi Batılı normları içselleştirdi.
Bu ordu sayesinde:
Osmanlı Devleti, iç güvenliği merkezî güç aracılığıyla sağlama yeteneğini geliştirdi.
Taşrada valilere alternatif bir güvenlik kuvveti doğdu.
Askerî teşkilatlarda liyakat esaslı terfi sistemi oturmaya başladı.
Devletin savaş zamanında düzenli ve etkin askerî güç kullanımı mümkün hâle geldi.
Bu yönüyle Asâkir-i Mansûre, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e uzanan modernleşme tarihinin temel taşlarından biridir.
c) Zorluklar ve Sınırlılıklar
Her ne kadar büyük hedeflerle kurulmuş olsa da Asâkir-i Mansûre, tüm sorunlara çözüm üretememiştir. Kuruluşundan itibaren karşılaştığı sorunlar şunlardı:
Ordunun hızla büyümesine rağmen subay kadrosunun yetersizliği,
Finansman sorunları ve maaşların düzenli ödenememesi,
Askerî teknolojiye erişim konusunda Avrupa’dan geri kalma,
Eğitimde standardizasyon eksikliği,
Bazı bölgelerde yerel güçlerle çatışma yaşanması.
Ayrıca ordu, özellikle Mısır Seferleri gibi büyük operasyonlarda arzu edilen başarıyı gösterememiş; bu da reformların sürekliği ve niteliği konusunda eleştirileri doğurmuştur.
d) Tarihî Miras ve Cumhuriyet’e Etkileri
Asâkir-i Mansûre’nin mirası, yalnızca Osmanlı’nın son yüzyılında değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin askerî kültüründe de iz bırakmıştır. Harbiye Mektebi gibi askerî eğitim kurumları bu dönemde temellenmiş; subay sınıfı, bürokrasinin eğitimli ve etkili bir parçası hâline gelmiştir.
Cumhuriyet döneminde oluşturulan ordu anlayışı—profesyonellik, disiplin, merkeziyetçilik ve liyakat esasları—Asâkir-i Mansûre’nin reformcu ruhunun devamıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin temel yapısının oluşmasında bu miras açıkça hissedilir.
9) Sonuç
a) Reformun Öncüsü, Geleceğin Habercisi
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye, Osmanlı’nın çöküş döneminde yaşadığı en önemli reformlardan biridir. II. Mahmud’un vizyonu sayesinde kurulan bu ordu, sadece askerî bir yapı değil; aynı zamanda modern devletin, merkezî yönetimin ve hukukî düzenin temsilcisidir.
Her ne kadar kısa ömürlü olmuşsa da bıraktığı izler, Osmanlı’nın son yüzyılında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk döneminde hissedilmiş; ordunun toplumla, devletle ve siyasetle kurduğu ilişkinin zeminini oluşturmuştur. Bu nedenle Asâkir-i Mansûre sadece bir ordu değil, bir çağın kapanıp başka bir çağın açıldığını simgeleyen tarihsel bir eşiği temsil eder.