Pasifik Okyanusu'nun kenarında, Çin anakarasına bitişik küçük ama stratejik bir ada grubu. Bugün çarpıcı yapıları ile Hong Kong ayrı bir cazibe merkezi olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca Asya'nın önemli finans merkezlerinden biri haline gelmiştir. İngiltere'nin sömürge politikaları, Çin'in yükselen gücü ve Hong Kong halkının özgürlük arzusu, bu küçük bölgeyi dünya siyasetinin odak noktalarından biri haline getirmiştir.
Afyonun Gölgesinde: İngiltere ile Çin Arasındaki İlk Çatışmalar
Birinci yüzyıl ve ondokuzuncu yüzyılın başlarında Çin, dünya üzerinde kendi kendine yetebilen ve Batı'ya çok da ihtiyaç duymayan bir imparatorluktu. İngilizler ise Çin'in ipeği, porseleni ve özellikle çayı için büyük bir pazar oluşturuyordu. Bu tek taraflı ticaret İngiltere'nin altın ve gümüş rezervlerini tüketmeye başladı. Çözümü ise afyon ticaretinde buldular.
Afyonun Gelişi ve Çin'in Tepkisi:
İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, Hindistan'da ürettiği afyonu Çin'e yasadışı yollarla sokarak karşılığında çay ve diğer malları satın alıyordu. Bu durum Çin toplumuna sosyal ve ekonomik yoldan büyük bir çöküşe itti. Uyuşturucu bağımlılığı yaygınlaştı ve devletin otoritesi sarsıldı. 1839'da Çin İmparatoru afyon ticaretini yasakladı ve sert önlemler aldı. Bu durum gelirinin çoğunu afyonla kazanan İngiltere için kabul edilemez bir durum haline gelmiştir.
Birinci Afyon Savaşı (1839-1842) :
İngiltere, Çin'in bu tutumunu savaş sebebi saydı. Modern silahlarla ve güçlü ordusuyla İngilizler'in zaferi ile 1842 yılında iki ülke arasında Nanking Antlaşması imzalandı.
Nanking Antlaşması ve Hong Kong'un İngiltere'ye Devri:
Antlaşma, Çin açısından tam bir hezimettir. Savaş tazminatı ödemek zorunda kaldılar. İngiliz vatandaşlarına ayrıcalıklar tanıdı. Anlaşmanın en çarpıcı kısmı Hong Kong'un İngilizler'e süresiz olarak bırakılmasıdır. Bu durum İngiliz sömürgesini başlangıcı olarak kabul edilir.
Hong Kong’un İngiliz Himayesine Girişi
1842’de imzalanan Nanking Antlaşması ile İngiltere’ye bırakılan Hong Kong Adası, başlangıçta İngilizler için stratejik bir deniz üssü ve ticaret noktası olarak düşünülmüştü. Ancak zamanla bu küçük ada, Doğu Asya’daki İngiliz varlığının kalbi haline gelecekti.
Kowloon ve “Yeni Bölgeler”in Eklenmesi:
İngiltere, Hong Kong’un sunduğu avantajları kısa sürede fark etti. 1860’ta İkinci Afyon Savaşı’nın ardından imzalanan Pekin Antlaşması ile Kowloon Yarımadasının güneyi de İngiliz kontrolüne geçti. Ancak büyüyen nüfus, artan ticaret hacmi ve askeri ihtiyaçlar İngiltere’yi daha da fazlasını istemeye itti. 1898’de İngiltere ile Çin arasında yapılan bir kira sözleşmesiyle, “Yeni Bölgeler” adı verilen geniş kara parçası ve 235'e yakın ada, 99 yıllığına İngiltere’ye kiralandı. Böylece bugünkü Hong Kong’un sınırları oluşmuş oldu.
Sömürge Yapılanması ve İdari Sistem:
Hong Kong, Kraliyet tarafından atanan bir vali tarafından yönetiliyordu. İngilizler bölgeyi modern bir kent haline getirmek için altyapı yatırımları yaptı; limanlar genişletildi, tren yolları döşendi, eğitim sistemi kuruldu. Ancak bu kalkınma, Çinliler ve Avrupalılar arasında sosyal ve ekonomik eşitsizlikler doğurdu. İngilizler yüksek mevkileri ellerinde tutarken, Çinliler çoğunlukla işçi, tüccar ya da hizmet sektöründe çalışıyordu.
Gelişen Liman, Büyüyen Ticaret:
Hong Kong’un konumu, onu Asya’nın en önemli ticaret limanlarından biri haline getirdi. Avrupa ile Çin arasında bir köprü işlevi gördü. Özellikle 20. yüzyıl başlarında, iç karışıklıklardan kaçan birçok Çinli aydın, tüccar ve göçmen Hong Kong’a yerleşti. Bu göç, Hong Kong’un kültürel çeşitliliğini ve ekonomik canlılığını artırdı.
Bir Sömürgeden Daha Fazlası: Ticaret, Kültür ve Kimlik
Hong Kong, İngiliz sömürge yönetimi altında yalnızca bir askeri üs ya da liman değildi. Ekonomik büyüme, göç dalgaları ve eğitim sistemleri, Hong Kong’a özgün bir kimlik kazandırdı.
Doğu ile Batı’nın Buluştuğu Nokta:
İngilizlerin getirdiği Batılı kurumlar, hukuk sistemi, altyapı projeleri ve eğitim modelleri, Çin gelenekleriyle iç içe geçerek benzersiz bir sentez oluşturdu. İngilizce, yönetim dili olarak yaygınlaştı, ancak halk arasında Kantonca günlük yaşamın dili olmaya devam etti. Budizm, Taoizm ve Konfüçyüsçülük gibi geleneksel inanç sistemleri; Hristiyanlıkla birlikte var oldu. Ne tamamen Batılı, ne de tamamen Çinli.
Göç Dalgaları ve Nüfusun Değişimi:
19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl boyunca Çin’de yaşanan karışıklıklar Qing Hanedanı’nın çöküşü, Japon işgali, iç savaş, Kültür Devrimi gibi olaylar Hong Kong’a büyük göç dalgalarına yol açtı. Bu dönemlerde gelen birçok kişi, Çin’in baskıcı rejiminden kaçarak daha özgür ve güvenli bir yaşam umuduyla Hong Kong’a sığındı. Bu durum, Hong Kong halkının zihninde Çin’e karşı temkinli bir duruşun yerleşmesine neden oldu.
Ticaret ve Finansın Yükselişi:
1950’lerden itibaren Hong Kong, hızlı bir sanayileşme sürecine girdi. Hafif sanayi hızla gelişti ve 1970’lere gelindiğinde Hong Kong, Doğu Asya’nın en dinamik ekonomilerinden biri haline gelmişti. 1980’lerle birlikte sanayi, yerini finans, bankacılık ve hizmet sektörüne bıraktı. Serbest piyasa politikaları ve düşük vergiler sayesinde uluslararası şirketlerin merkezleri Hong Kong’a taşındı. Hong Kong borsası Asya’nın en büyüklerinden biri haline geldi.
Kimlik Meselesi:
Tüm bu gelişmelerin ortasında, “Hong Konglu olmak” kavramı güçlenmeye başladı. Halk, bir yandan Çin kökenli olmaktan gurur duyarken, diğer yandan sahip oldukları özgürlük, düzen ve yaşam tarzının korunması gerektiğini savunuyordu. “Çinli” kimliği ile “Hong Konglu” kimliği arasındaki bu gerilim, ilerleyen yıllarda politik protestoların temelini oluşturacaktı.
Savaş ve İşgal: Japonya’nın Kısa Süreli Hakimiyeti (1941–1945)
İkinci Dünya Savaşı, dünya genelinde olduğu gibi Hong Kong’un da kaderini derinden etkiledi. 1941 yılında Japon İmparatorluğu’nun Asya’daki yayılmacı politikaları doğrultusunda başlattığı saldırılar, Pasifik’teki birçok bölgeyi hedef alırken, Hong Kong da bu fırtınanın ortasında kaldı.
Japon Saldırısı ve Hong Kong’un Düşüşü:
7 Aralık 1941'de Japonya, Pearl Harbor'a saldırarak ABD'yi savaşa çekti. Aynı gün, Japon birlikleri Hong Kong’a da saldırdı. 8 Aralık’ta başlayan işgal, yalnızca 18 gün sürdü. 25 Aralık 1941’de İngiliz birlikleri teslim oldu ve bu tarih, halk arasında “Kara Noel” olarak anılmaya başlandı. Hong Kong böylece üç buçuk yıl boyunca Japonya’nın işgali altına girdi.
İşgalin Getirdiği Zorluklar:
Japon işgali, Hong Kong tarihinin en karanlık dönemlerinden biriydi. Sivil halka yönelik baskılar, keyfi tutuklamalar, infazlar ve zorla çalıştırma uygulamaları yaygındı. Binlerce kişi açlık, hastalık ve şiddet yüzünden hayatını kaybetti. Ekonomi çöktü, altyapılar tahrip oldu, para birimi değiştirildi ve özgürlükler tamamen askıya alındı. Japonya, Hong Kong’u Çin’in güneyinde bir karakol haline getirmeyi planlasa da, halkın yoğun direnişi ve savaşın genel gidişatı bu planları sekteye uğrattı.
İngilizlerin Geri Dönüşü:
1945’te Japonya’nın teslim olmasıyla birlikte Hong Kong yeniden İngiliz yönetimine geçti. İngiltere, kısa süreli bir belirsizlikten sonra adada yönetimi yeniden kurdu. Ancak bu dönemden sonra Hong Kong halkı, artık İngiltere’ye eskisi kadar mutlak bir bağlılık hissetmiyordu. İşgal yılları, halkın kimliğini ve siyasi bilincini derinden etkilemişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası Hong Kong, siyasi olarak İngiltere’ye bağlı ama duygusal olarak kendi ayakları üzerinde durmak isteyen bir halkın yaşadığı bir yer haline gelmişti.
Soğuk Savaş Yılları: Kapitalist Liman, Komünist Komşu
Sovyetler Birliği önderliğinde sosyalist blok ve ABD liderliğindeki kapitalist dünya. Bu kutuplaşmanın Asya’daki en belirgin cephelerinden biri de Çin-Hong Kong sınırıydı. Bir yanda 1949'da Mao Zedong’un liderliğindeki komünist Çin Halk Cumhuriyeti, diğer yanda ise İngiltere'nin himayesinde serbest piyasa ekonomisine dayalı bir Hong Kong.
Çin Devrimi ve Göç Dalgaları:
1949’da Komünistlerin Çin’de iktidarı ele geçirmesi, Hong Kong’un nüfus yapısını dramatik şekilde etkiledi. Toprak reformları, siyasi tasfiyeler ve bireysel özgürlüklerin kısıtlanması nedeniyle milyonlarca Çinli, Hong Kong’a akın etti. Bu göç dalgaları, 1950’lerde ve 1960’larda da sürdü. Hong Kong bu dönemde hem bir mülteci kampı, hem de bir ekonomik kalkınma gücü sağladı. Gelen göçmenler işgücü, girişimcilik ve dinamizm getirdi.
Komünist Tehdit ve İç Karışıklıklar:
1960'lı yıllarda Çin’de başlayan Kültür Devrimi, Hong Kong’a da sıçradı. 1967’de Çin destekli sol gruplar, sömürge yönetimine karşı ayaklandı. Grevler, bombalamalar ve protestolar aylarca sürdü. Ancak bu kalkışma, halkın büyük kısmı tarafından desteklenmedi. İnsanlar, komünist Çin’deki sert koşulları görmüş ve mevcut düzenin görece özgürlükçü yapısına sahip çıkmıştı. Bu isyan girişimi, İngiliz yönetimini halkla daha yakın ilişkiler kurmaya itti. Ardından barınma, sağlık ve eğitim gibi alanlarda büyük reformlar yapıldı. Bu reformlar, Hong Kong’un refahını artırdı ve istikrarı güçlendirdi.
Asya Kaplanı: Ekonomik Mucize:
1970’li yıllarda Hong Kong, “Asya Kaplanları” arasında anılmaya başlandı. Düşük vergiler, ihracata dayalı üretim, sıkı finans denetimi ve iş dünyasına dost politikalar sayesinde Hong Kong; Güney Kore, Tayvan ve Singapur ile birlikte bölgenin en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri oldu.1970’lerin sonunda Deng Xiaoping’in Çin’de reformları başlatması ve piyasa ekonomisine geçiş sinyalleri vermesiyle birlikte, Çin ile Hong Kong arasında ekonomik ilişkiler yeniden güçlenmeye başladı. Ancak siyasi olarak aralarında hâlâ büyük bir uçurum vardı.
Değişimin Eşiğinde: 1984 Ortak Bildirisi ve Gelecek Planı
1980’lerin başına gelindiğinde, Hong Kong’un geleceği bir kez daha masaya yatırıldı. Çünkü İngiltere ile Çin arasında imzalanan 99 yıllık “Yeni Bölgeler” kira sözleşmesi 1997’de sona erecekti. Ancak bu bölge, Hong Kong’un %90’ından fazlasını oluşturuyordu. Kalan kısımlar Hong Kong Adası ve Kowloon’un güneyi süresiz olarak İngiliz toprağıydı. Fakat Çin, tüm Hong Kong’un geri verilmesini talep ediyordu.
Çin ve İngiltere Görüşmeleri:
1982 yılında İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, Çin’i ziyaret ederek Deng Xiaoping ile görüştü. Görüşmeler zorlu geçti. Çin, Hong Kong’un tamamının Çin toprağı olduğunu ve 1997’de kontrolün iadesini istediğini kesin bir dille belirtti.İngiltere ise, Hong Kong’un serbest ekonomisinin ve yaşam tarzının korunması gerektiğini savunuyordu. Zira bu, sadece İngiltere’nin değil, dünya ekonomisinin de çıkarınaydı. Taraflar, sonunda bir uzlaşmaya karar verdiler.
1984 Çin-İngiltere Ortak Bildirisi:
19 Aralık 1984’te Pekin’de imzalanan Çin-İngiltere Ortak Bildirisi, Hong Kong’un geleceğini belirleyen dönüm noktasıydı. Antlaşmaya göre:
Hong Kong, 1 Temmuz 1997’de Çin’e devredilecekti. Ancak, Çin anakarasından farklı olarak, “bir ülke, iki sistem” ilkesi uygulanacaktı. Hong Kong, 50 yıl boyunca serbest piyasa ekonomisini, hukukun üstünlüğünü, ifade özgürlüğünü ve yaşam tarzını koruyacaktı. Kendi anayasasına sahip olacak ve iç işlerinde özerk davranacaktı. Sadece dış ilişkiler ve savunma, Pekin’e bağlı olacaktı. Bu düzenleme, hem İngiltere hem de iş dünyası tarafından büyük ölçüde memnuniyetle karşılandı. Ancak Hong Kong halkı arasında kaygılar da yüksekti. Zira Pekin’in bu sözleri uzun vadede ne ölçüde tutacağı belirsizdi.
1997: Devir Teslim ve “Bir Ülke, İki Sistem”in Başlangıcı
1 Temmuz 1997, Hong Kong’un tarihinde bir dönemin sonunu ve yepyeni bir çağın başlangıcını simgeliyordu. 156 yıllık İngiliz yönetimi resmen sona erdi. Törenle birlikte, Birleşik Krallık bayrağı indirilirken, Çin Halk Cumhuriyeti bayrağı dalgalandırıldı. Bu an, tüm dünya basınında büyük yankı uyandırdı.
Tarihi Tören ve Sembolik Anlar:
Devir teslim töreni, Hong Kong Kongre ve Sergi Merkezi’nde görkemli bir şekilde düzenlendi. İngiltere’yi Prens Charles ve Başbakan Tony Blair, Çin’i ise Devlet Başkanı Jiang Zemin temsil etti. İngiliz valisi Chris Patten, törenden sonra adadan ayrılırken gözyaşlarını zor tuttu. Hong Kong’un son sömürge valisi olarak, halkla kurduğu sıcak bağ nedeniyle oldukça popülerdi. Bu sahne, bir imparatorluğun çöküşünü ve yeni dünya düzeninin yükselişini temsil eden sembolik bir andı.
Hong Kong Özel İdare Bölgesi :
Devir teslimin ardından, Hong Kong’un resmi statüsü Çin’e bağlı özel idare bölgesi (HKSAR) oldu. Çin Anayasası’na ek olarak hazırlanan Hong Kong Temel Yasası, bölgenin anayasal çerçevesini belirledi. Bu yasa, 2047’ye kadar geçerli olmak üzere şu hakları güvence altına alıyordu:
1) Kendi yasama organına sahip olma
2) Bağımsız yargı ve İngiliz tipi hukuk sistemi
3) Basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü
4) Serbest ekonomi ve düşük vergiler
5) Pasaport ve gümrük gibi özel uygulamalar
6) Kendi para birimi: Hong Kong doları
Pekin, bu dönemde “Atı satmadık, sadece dizginini geri aldık” diyerek, Hong Kong’un özgün yapısına müdahale etmeyeceği mesajını verdi.
İlk Yıllar: İyimserlik ve Endişe Bir Arada:
Devir teslimin ardından ilk yıllarda büyük bir kriz yaşanmadı. Hong Kong’un ekonomisi büyümeye devam etti. Ancak Asya finansal krizi (1997), SARS salgını (2003) ve Çin’in siyasi duruşu gibi gelişmeler, halk arasında geleceğe dair belirsizlikleri artırmaya başladı. Özellikle genç kuşak, Pekin’e duyulan güvensizliği yüksek sesle dile getirmeye başladı. “Bir ülke, iki sistem” anlayışı başlangıçta başarılı gibi görünse de, gölge oyunları ve sızan müdahaleler halkın dikkatinden kaçmıyordu.
Protestolar Çağı: Demokrasi Mücadelesi ve Pekin’in Baskısı (2000–2020)
Hong Kong’un Çin’e devrinden sonraki ilk on yıl görece istikrarlı geçmiş olsa da, 2000’li yıllarla birlikte şehirde siyasi gerilim ve toplumsal huzursuzluk belirgin şekilde arttı. Özellikle Pekin yönetiminin “Bir Ülke, İki Sistem” ilkesini giderek esnetmeye çalışması, Hong Kong halkının demokratik taleplerini daha da görünür hale getirdi.
2003 Ulusal Güvenlik Yasası Girişimi ve İlk Büyük Protesto:
Pekin destekli Hong Kong hükümeti, 2003 yılında Temel Yasa'nın 23. maddesi kapsamında ulusal güvenlik yasası çıkarmak istedi. Bu yasa; vatana ihanet, ayrılıkçılık ve Çin hükümetine karşı faaliyetleri suç kapsamına alacaktı. Ancak halk, bu yasayı ifade özgürlüğüne ve sivil haklara tehdit olarak gördü. 1 Temmuz 2003’te, yaklaşık 500.000 kişi sokaklara döküldü. Bu, Hong Kong tarihindeki en büyük sivil gösterilerden biriydi. Protesto sonucunda yasa tasarısı geri çekildi. Bu başarı, halkın demokrasi inancını güçlendirdi.
2014: Şemsiye Devrimi:
2014’te Pekin yönetimi, Hong Kong halkının doğrudan oyla liderini seçmesini önleyecek şekilde seçim sistemini şekillendirmek istedi. Bu girişime karşı çıkan öğrenciler ve aktivistler, Occupy Central adlı barışçıl bir protesto hareketi başlattı. Eylemler sırasında şemsiye, protestocuların polis gazına karşı koruma aracı olarak kullanıldı ve hareket, dünya kamuoyunda “Şemsiye Devrimi” olarak tanındı. Protestolar haftalarca sürdü, ancak talepler karşılanmadı. Yine de bu eylem, Hong Kong’daki demokrasi mücadelesinin küresel simgesi haline geldi.
2019: Suçluların İadesi Yasası ve Kaos:
2019 yılında Hong Kong hükümeti, Çin’e suçluların iadesini kolaylaştıran bir yasa tasarısını gündeme getirdi. Halk bu yasayı, Pekin’in Hong Konglulara baskı kurmak için kullanabileceğinden endişelendi.
Sonuç: 1 milyonu aşkın kişi sokaklara çıktı:
Protestolar aylarca sürdü, giderek daha şiddetli çatışmalara dönüştü. Polis şiddeti, gözaltılar, maskelere yasaklar ve metro istasyonlarının kapatılması gibi olaylar yaşandı. Tasarı geri çekildi ancak halkın öfkesi dinmedi. Protestolar artık sadece bir yasa değil, özgürlük, kimlik ve geleceğe dair temel talepler üzerineydi.
Son Perde: 2020 Ulusal Güvenlik Yasası ve Özerkliğin Sonu mu?
2019'daki protestolar, Hong Kong’un geleceği ve Pekin’le ilişkisi konusunda dünya çapında dikkatleri üzerine çekmişti. Ancak 2020’de, Pekin hükümeti Hong Kong’un özerkliğine büyük bir darbe vuracak şekilde Ulusal Güvenlik Yasasını kabul etti.
Ulusal Güvenlik Yasası ve Çin’in Etkisi:
30 Haziran 2020’de Çin, Hong Kong’daki ulusal güvenliği korumak amacıyla bir yasa çıkardı. Bu yasa, Hong Kong’a özgü Temel Yasa ile çelişiyordu ve "Bir Ülke, İki Sistem" ilkesine ağır bir darbe vuruyordu. Yasanın maddeleri şunları içeriyordu:
1) Vatana ihanet, ayrılıkçılık, terörizm ve dış güçlerle iş birliği suçları olarak tanımlandı.
2) Hong Kong’daki özgürlükler ve ifade özgürlüğü ciddi şekilde kısıtlandı.
3) Çin hükümetinin Hong Kong’daki yetkililerine doğrudan müdahale etme hakkı verildi.
4) Gizlilik ve mahremiyet ihlalleri çoğaldı, özel şirketler ve bireyler devletin denetimine girdi.
5) Siyasi muhalefet hedef alındı, birçok aktivist, muhalif ve gazeteci tutuklandı ya da sürgün edilmek zorunda kaldı.
Ulusal Güvenlik Yasası, Hong Kong’un “bir ülke, iki sistem” prensibine sadık kalınarak yönetileceği vaadini çürütürken, özerklik fikrinin fiilen sona erdiğini gösterdi. Pekin’in bu adımı, Hong Kong’daki özgürlükleri savunanlar için ciddi bir kayıp anlamına geldi.
Uluslararası Tepkiler ve İçsel Gerilim:
Ulusal Güvenlik Yasası, başta Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Avustralya ve Kanada olmak üzere birçok ülkenin tepkisini çekti. ABD, Hong Kong’un özel ticaret statüsünü kaldırdı ve Çin’e yönelik ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı. Birleşik Krallık ise, Hong Kong’daki eski Britanya vatandaşlarına vatandaşlık hakkı tanımaya başladı. Hong Kong halkı ise derin bir belirsizlik içinde kalmaya devam etti. Ulusal Güvenlik Yasası'nın etkisiyle, birçok demokrasi savunucusu ya tutuklandı ya da sürgün edildi. 2019’daki protestoların ve çatışmaların ardından, 2020 yasası ile birlikte siyasi ortam daha da baskıcı hale geldi.
Hong Kong’un Geleceği: Kimlik ve Bağımsızlık Mücadelesi:
Ulusal Güvenlik Yasası sonrası, Hong Kong’un geleceği büyük bir belirsizlik içinde kaldı. Demokrasi yanlısı hareketlerin pek çok temsilcisi artık gözaltında ya da yurt dışında sürgünde. Bu durum, Hong Kong halkının içsel çatışmalarını da derinleştirdi. Bir yanda özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi veren bir grup, diğer yanda Çin’in daha büyük ekonomik gücü ve siyasi etkisi ile uyumlu bir geleceği kabul edenler bulunuyor. Bununla birlikte, Hong Kong’un ekonomik gücü hala oldukça büyük. Ancak bu ekonomik başarı, özgürlük ve demokrasi talepleriyle çatışmaya devam ediyor. Çin’in tam denetimi altındaki Hong Kong, artık eskisi gibi küresel finans merkezi olma konusunda aynı cazibeye sahip olmayabilir.
Sonuç: Hong Kong’un Bağımsızlık Mücadelesi ve Geleceği
Hong Kong’un tarihi, sömürge dönemi, savaşlar, bağımsızlık mücadelesi ve ekonomik mucizeler ile şekillenmiş bir yolculuğa işaret etmektedir. Bugün, Çin’e ait bir özel idari bölge olarak varlığını sürdüren Hong Kong, halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle hatırlanacak bir bölge olarak tarihe geçmiştir.
Ulusal Güvenlik Yasası ve Çin’in baskıları, Hong Kong’un özgürlüklerini ciddi şekilde sınırlamış olsa da, halkın direncini kırmak hala mümkün olmamıştır. Bu, Hong Kong’un uzun vadede kimliğini koruyup koruyamayacağına dair büyük bir soru işareti bırakmaktadır.
Hong Kong’un geleceği, Pekin’in yaklaşımı, uluslararası baskılar ve özellikle genç kuşağın tepkileriyle şekillenecektir. 1997’de başlayan dönüşüm, hala devam ediyor ve Hong Kong’un kimliği, bir bağımsızlık mücadelesi ile devam eden bir serüvenin parçası olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Bu sorunlar sonucun da afyon savaşından beri en büyük sıkıntıyı Hong Kong halkının kendisi yaşamıştır.