18 Ağustos 2025 Pazartesi

Sibir Hanlığı

 Sibir Hanlığı

 



 Sibir Hanlığı, 15. yüzyılın sonlarından 16. yüzyılın sonlarına kadar Batı Sibirya bölgesinde hüküm sürmüş bir Türk-Tatar devletidir. Adını, bölgenin merkezi olarak kabul edilen Sibir (bugünkü Tyumen yakınlarında) şehrinden almıştır. Hanlık, Cengiz Han’ın torunlarından gelen Şiban soyuna mensup hanlar tarafından yönetilmiş ve Altın Orda’nın çöküşü sonrası ortaya çıkan hanlıklardan biri olmuştur.

 Sibir Hanlığı, Altın Orda’nın zayıflamasıyla bağımsızlığını kazanan Şibanlı hanların kurduğu bir devletti. Başkenti önce Çimgi-Tura (bugünkü Tyumen), ardından ise Sibir şehriydi. Hanlık toprakları, günümüzdeki Batı Sibirya’nın büyük bir kısmını kapsıyor; Ob, İrtiş ve Tobol nehirleri boyunca uzanıyordu. Zengin av hayvanları, kürk ticareti ve nehir ulaşımı, bölgenin ekonomik temelini oluşturuyordu.

 Sibir Hanlığı’nda yönetim, hanın mutlak otoritesi altında yürütülürdü. Toplum, çoğunluğu Türk kökenli Tatarlar ile yerli Sibirya halklarından (Mansi, Hantı gibi) oluşuyordu. İslamiyet, 14. yüzyıldan itibaren bölgede yayılmış olsa da, yerli halk arasında eski inançlar da varlığını sürdürmüştü. Ticaret, özellikle kürk ihracatı, hanlığın en önemli gelir kaynağıydı ve Moskova Knezliği ile ticari ilişkiler mevcuttu.

 16. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Moskova Knezliği hızla büyüyor, Sibirya’ya doğru ilerliyordu. Sibir Hanı Küçüm, 1560’larda Moskova ile ilişkileri bozdu ve Kazak atamanı Yermak Timofeyeviç’in 1581’deki seferine kadar bölgede bağımsızlığını sürdürdü. Yermak’ın seferi, hanlık tarihinde dönüm noktası oldu. Don Kazakları ve Moskova kuvvetleri, Sibir başkentini ele geçirerek hanlığı fiilen sona erdirdiler.

 Yermak’ın zaferinden sonra Küçüm Han bozkırlara çekildi ve yıllarca Ruslara karşı gerilla savaşı yürüttü. Ancak 1598’deki Irmen Nehri Savaşı’nda ağır bir yenilgi aldı. Bu tarihten sonra Sibir Hanlığı tamamen Rus egemenliğine girdi. Küçüm Han’ın akıbeti kesin olarak bilinmemekle birlikte, onun soyundan gelen bazı aileler Orta Asya’ya sığındı.

 Sibir Hanlığı, Batı Sibirya’da Türk-Tatar kültürünün ve İslam’ın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca bölgenin Rus İmparatorluğu’nun genişlemesindeki ilk adım olması bakımından da tarihsel öneme sahiptir. Sibirya adı, hanlıktan tüm bölgeye miras kalmış ve bugün coğrafi bir terim olarak kullanılmaya devam etmektedir.

 Sibir Hanlığı’nın hikâyesi, hem göçebe bozkır kültürünün hem de bölgesel güç mücadelelerinin bir yansımasıdır. Kısa ömürlü olsa da, Orta Asya ile Sibirya arasındaki kültürel ve siyasi etkileşimin önemli bir parçası olarak tarihteki yerini almıştır.

17 Ağustos 2025 Pazar

Dominik Cumhuriyeti'ne Bakış

 Dominik Cumhuriyeti'ne Bakış




 Dominik Cumhuriyeti, Karayipler’in en büyük ikinci adası olan Hispaniola’nın doğu kısmında yer alır. Batı komşusu Haiti ile paylaştığı ada, Kristof Kolomb’un 1492’de Yeni Dünya’ya yaptığı ilk sefer sırasında keşfettiği yerlerden biridir. Kolomb, burayı “La Española” (İspanyola) olarak adlandırmış ve İspanyol sömürgeciliğinin Karayipler’deki ilk önemli merkezi haline getirmiştir.

 1493 yılı Santo Domingo şehri kuruldu. Şehir, Yeni Dünya’nın ilk sürekli Avrupalı yerleşim yeri olarak İspanyol İmparatorluğu’nun Amerika’daki ilk başkenti oldu. Aynı zamanda Amerika kıtasındaki ilk katedral, ilk üniversite ve ilk hastane burada inşa edildi. Kolonyal dönemde şeker kamışı tarımı ve Afrika’dan getirilen köle emeği, ekonominin temelini oluşturdu. Yerli Taíno halkı ise hastalıklar, zorla çalıştırma ve sömürgeci politikalar nedeniyle büyük ölçüde yok oldu.

 İspanyolların 17. yüzyıldaki bölgede gücünün azalması ile Fransız korsanlar ve yerleşimciler, adanın batı kısmını ele geçirdi. 1697 Ryswick Antlaşması ile Hispaniola’nın batı tarafı Fransa’ya bırakıldı; bu bölge daha sonra Haiti adını aldı. Doğu kısmı ise İspanya’nın elinde kaldı.

 Fransızlar Haiti bölgesini işgal edince 19. yüzyılda  Fransızlara karşı başarılı bir köle isyanıyla bağımsızlığını kazandı. 1822’de Haiti ordusu, adanın doğusunu da işgal etti. Bu dönem, yerel halk için kültürel ve ekonomik değişimlerin yaşandığı ancak aynı zamanda bağımsızlık arzularının güçlendiği yıllar oldu. 27 Şubat 1844’te Juan Pablo Duarte önderliğindeki “La Trinitaria” hareketi, Haiti yönetimine karşı ayaklanarak Dominik Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan etti.

 Bağımsızlığın ardından ülke, istikrarsız yönetimler, ekonomik sıkıntılar ve yabancı müdahalelerle karşı karşıya kaldı. 1861’de kısa süreliğine tekrar İspanya’ya bağlanıldı, ancak 1865’te “Restorasyon Savaşı” ile yeniden bağımsızlık sağlandı. 20. yüzyıl başlarında Amerika Birleşik Devletleri, borç krizini gerekçe göstererek 1916–1924 yılları arasında ülkeyi işgal etti.

 1930’da iktidara gelen Rafael Trujillo, 30 yılı aşkın süren otoriter yönetimi boyunca hem altyapı projeleriyle modernleşme sağladı hem de ağır baskıcı politikalar uyguladı. 1961’de suikast sonucu öldürülen Trujillo’nun ardından ülke demokrasiye yönelmeye çalıştı.

 Günümüz dünyasında Dominik Cumhuriyeti, Karayipler’in en büyük ekonomilerinden birine sahip olup turizm, tarım ve hizmet sektörleriyle öne çıkar. Kolonyal dönemin izleri, başkent Santo Domingo’nun UNESCO Dünya Mirası listesindeki “Zona Colonial” bölgesinde hâlâ görülebilir. Zengin tarihî geçmişi, kültürel çeşitliliği ve stratejik konumu, Dominik Cumhuriyeti’ni hem tarihçiler hem de gezginler için cazip kılmaya devam ediyor.

16 Ağustos 2025 Cumartesi

Son Rus Çarı: II. Nikolay’ın Trajik Hikâyesi

Son Rus Çarı: II. Nikolay’ın Trajik Hikâyesi







 Rusya tarihinin en tartışmalı ve dramatik figürlerinden biri olan II. Nikolay Aleksandroviç Romanov, imparatorluk döneminin son çarı olarak bilinir. 1894’ten 1917’ye kadar hüküm süren Nikolay, tahtta kaldığı 23 yıl boyunca hem içte hem de dışta sayısız krizle karşı karşıya kaldı. Onun dönemi, Rus İmparatorluğu’nun çöküşüne giden sürecin hızlandığı yıllar olarak tarihe geçti.

 Babasının ani ölümü üzerine, henüz 26 yaşındayken tahta çıktı. O dönemde Rusya, büyük bir güç olmasına rağmen ekonomik ve sosyal sorunlarla boğuşuyordu. 

 Tahta çıkışı Nikolay’ın deneyimsizliği ve çekingen kişiliği nedeniyle devleti iyi yönetemedi. Yakın çevresinin ve özellikle eşi Aleksandra Fyodorovna’nın etkisi altındaydı. Çarın kararlarındaki tereddütler, ilerleyen yıllarda halkın ona olan güvenini sarsacaktı.

 Nikolay’ın hükümdarlığı sırasında Rusya’da sosyal adaletsizlik, işçi sınıfının kötü koşulları ve köylülerin yoksulluğu giderek artıyordu. Bu durum Rusya’da isyan ateşini körükledi ve sonucunda 1905’te patlak veren büyük halk hareketlerine zemin hazırladı. “Kanlı Pazar” olarak bilinen 22 Ocak 1905 olayında, barışçıl göstericilere askerlerin ateş açması yüzlerce kişinin ölmesine neden oldu. Olay, ülke genelinde protestoları ve grevleri tetikledi.

 Nikolay artan baskılar sebebi ile 1905 Ekim Manifestosu ile sınırlı da olsa anayasal reformlar yapmak zorunda kaldı. Duma adı verilen bir parlamento kuruldu. Ancak çar, bu reformları gönülsüzce kabul etmişti; sonraki yıllarda parlamentonun yetkilerini kısıtladı ve otoriter yönetim tarzını sürdürdü.

 Dış politikada da başarısızlıklarla doluydu. 1904-1905 Rus-Japon Savaşı, Rusya için tam bir hezimete dönüştü. Japonya’nın galibiyeti, Rusya’nın Asya’daki etkisini azalttı ve çarın prestijini ciddi şekilde zedeledi.

 Bununla birlikte, Balkanlar’daki Slav halklarını koruma politikası ve Avrupa’daki güç dengeleri Rusya’yı I. Dünya Savaşı’na sürükledi. 1914’te başlayan savaşın ilk yıllarında halk, milliyetçi duygularla çara destek verdi. Ancak savaşın uzaması, ağır kayıplar, ekonomik çöküş ve gıda sıkıntısı halkın sabrını tüketti.

 Çariçe Aleksandra, mistik bir keşiş olan Grigoriy Rasputin’e büyük güven duyuyordu. Rasputin, çocuğu hemofili hastası olan imparatoriçeye mucizevi iyileştirme gücüne sahip olduğuna inandırmıştı. Ancak Rasputin’in saraydaki etkisi, halk arasında büyük hoşnutsuzluk yarattı. Onun sapkınlığı ve skandalları, Romanov hanedanının imajını daha da zedeledi.

 I. Dünya Savaşı’nın yarattığı ağır koşullar, işçi grevleri, asker isyanları ve kitlesel gösterilerle birleşince 1917 Şubat Devrimi patlak verdi. Başkent Petrograd’da başlayan ayaklanma kısa sürede büyüdü. Ordunun bile isyancılara katılması üzerine II. Nikolay, 15 Mart 1917’de tahtı bırakmak zorunda kaldı. Böylece Romanov hanedanının 300 yıllık hükümranlığı sona erdi.

 Tahttan çekildikten sonra Nikolay ve ailesi ilk önce Tobolsk’a, sonrasından da Sibirya’daki Yekaterinburg’a sürgüne gönderildi. 1918 yazında Rusya İç Savaşı’nın şiddetlendiği günlerde, Bolşevik liderler Romanov ailesinin serbest bırakılmasının tehlikeli olacağına karar verdi. 16-17 Temmuz 1918 gecesi, Çar II. Nikolay, eşi Aleksandra, beş çocuğu ve birkaç hizmetkârı ile birlikte infaz edildi.

 Aile, uzun süre gizlenen bir operasyonla yok edilmişti. 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, Romanov ailesinin kalıntıları bulundu ve 1998’de St. Petersburg’daki Aziz Petrus ve Pavlus Katedrali’ne defnedildi. 2000 yılında Rus Ortodoks Kilisesi tarafından aziz ilan edildiler.

 II. Nikolay’ın dünyaya bıraktığı mirası, tarihçiler tarafından genellikle zayıf iradeli ve değişen dünya koşullarına ayak uyduramayan bir hükümdar olarak değerlendirilir. Otoriter yönetim tarzını korumaya çalışırken reform taleplerini bastırması, halkla arasındaki uçurumu derinleştirdi. Yine de, onun dönemi Rusya’nın sanayileşmesinin hızlandığı, demiryolu ağının genişlediği ve bazı kültürel atılımların yaşandığı bir dönemdi.

 Ancak tüm bu gelişmeler, imparatorluğun siyasi istikrarsızlığını ve toplumsal huzursuzluğunu gidermeye yetmedi. II. Nikolay’ın kişisel trajedisi, aynı zamanda Rusya’nın monarşiden sosyalist bir rejime geçişinin sembolü haline geldi.

14 Ağustos 2025 Perşembe

Bonaire'ye Bakış

Bonaire'ye Bakış






 Karayipler’in güney ucunda, Venezuela kıyılarına oldukça yakın bir konumda bulunan Bonaire, Hollanda Krallığı’na bağlı özel bir belediye statüsünde olan küçük ama tarihi zenginliklerle dolu bir adadır. Aruba ve Curaçao ile birlikte "ABC Adaları"nı oluşturan Bonaire, özellikle doğa tutkunları, dalgıçlar ve tarih meraklıları için keşfedilmesi gereken bir yerdir.

 Bonaire'in tarihi, 1499 yılında İspanyol kaşif Alonso de Ojeda’nın adaya ulaşmasıyla başlar. Ancak bu tarihten önce Arawak yerlilerinin burada yaşadığı bilinmektedir. Arawaklar tarım ve balıkçılıkla geçinir, mercan taşından evler inşa ederlerdi. 17. yüzyıla gelindiğinde ada, kısa süreliğine İngilizlerin eline geçse de 1636’da Hollandalılar Bonaire’yi ele geçirerek kolonileştirdi. Bu dönemden itibaren ada, köle emeğine dayalı tuz üretimiyle önem kazandı. Halen adanın birçok yerinde eski tuz tavaları ve köle barakaları görülebilir.

 Köleliğin 1862 yılında kaldırılmasından sonra Bonaire’deki sosyal yapı değişmeye başladı. Tarım ve hayvancılıkla geçinen halk zamanla balıkçılık ve tuz ticaretine ağırlık verdi. 20. yüzyıl boyunca özellikle turizmin gelişmesiyle birlikte ada ekonomisi büyük dönüşüm geçirdi. 2010 yılında Hollanda Antilleri’nin dağılmasının ardından Bonaire, Hollanda’ya bağlı özel bir belediye olarak yönetilmeye başlandı.

 Kültürel olarak Bonaire, Afrika, Avrupa ve yerli Karayip etkilerinin iç içe geçtiği zengin bir mozaik sunar. Resmi dil Hollandaca olmasına rağmen, adada halk arasında Papiamento yaygın olarak konuşulur. İngilizce ve İspanyolca da oldukça yaygındır. Yerel mutfak; balık, keçi eti, mısır ve tropikal meyveler üzerine kuruludur. “Sopi di Iguana” (iguana çorbası) gibi ilginç yerel lezzetler de mevcuttur.

 Bonaire aynı zamanda UNESCO tarafından koruma altına alınmış bir deniz parkına sahiptir ve dünya çapında bir dalış cennetidir. Doğa severler için flamingolar, eşsiz mercan resifleri ve Washington Slagbaai Ulusal Parkı başlıca cazibe merkezleridir.

 Tarihi, kültürü ve doğasıyla Bonaire, sadece Karayipler’in değil, dünyanın en özgün adalarından biridir. Hem geçmişi hissetmek hem de doğal güzelliklerin tadını çıkarmak isteyenler için ideal bir destinasyondur.

13 Ağustos 2025 Çarşamba

Belize'ye Bakış

Belize'ye Bakış








 Orta Amerika’nın Karayip kıyısında yer alan Belize, hem tarihi hem de kültürel açıdan oldukça zengin ve benzersiz bir ülkedir. Küçük yüzölçümüne rağmen içinde barındırdığı Maya kalıntıları, sömürge geçmişi ve çok kültürlü yapısıyla dikkat çeker. Eski adıyla Britanya Hondurası olarak bilinen Belize, 1981 yılında bağımsızlığını kazanarak modern devlet yapısına kavuşmuştur.

 Belize'nin tarihsel kökenleri, milattan önce 2000’li yıllara kadar uzanır. Bu topraklar uzun süre boyunca gelişmiş Maya uygarlıklarının merkezi olmuştur. Caracol, Xunantunich ve Lamanai gibi büyük arkeolojik alanlar, geçmişte bölgenin nasıl bir kültürel ve dini merkez olduğunu gösterir. Bu kentlerde devasa piramitler, törensel alanlar ve karmaşık su sistemleri inşa edilmiştir. Maya uygarlığı, İspanyolların bölgeye gelişine kadar güçlü bir şekilde varlığını sürdürmüştür.

 16. yüzyılda İspanyol sömürgeciliği bölgeye ulaşsa da, Belize tam anlamıyla İspanyol kontrolüne girmemiştir. Bunun yerine 17. yüzyılda bölgeye yerleşen İngiliz korsanlar ve oduncular (özellikle mahun ağaçları için) zamanla bölgenin hâkimiyetini ele geçirmiştir. 1862 yılında resmen bir İngiliz kolonisi olan Britanya Hondurası, uzun yıllar İngiliz egemenliğinde kalmıştır. 1964’te iç yönetimini kazanan ülke, 1981'de Belize adıyla bağımsızlığını ilan etmiştir.

 Kültürel açıdan Belize, çok dilli ve çok etnikli bir yapıya sahiptir. Nüfusun büyük bölümü Mestizo (İspanyol-Kızılderili karışımı), Kreol, Maya ve Garifuna topluluklarından oluşur. İngilizce, ülkenin resmi dili olsa da; İspanyolca, Kriolce ve çeşitli Maya dilleri de yaygın olarak konuşulur. Bu durum, Belize’nin kültürel zenginliğine büyük katkı sağlamaktadır.

 Garifuna kültürü, özellikle müzik ve dans alanında öne çıkar. Punta müziği, geleneksel davul ritimleriyle dikkat çekerken, festivallerde rengârenk kostümlerle sergilenen danslar ülkenin kimliğini yansıtır. Aynı şekilde Maya toplulukları arasında geleneksel el sanatları ve dini ritüeller hâlâ canlı bir şekilde sürdürülmektedir.

 Belize, doğasıyla da öne çıkan bir ülkedir. Belize Barrier Reef (Belize Mercan Resifi), dünyanın en büyük ikinci mercan resifidir ve UNESCO Dünya Mirası listesindedir. Ayrıca yüzlerce ada (caye), tropikal ormanlar ve yaban hayatı Belize’yi bir ekoturizm cenneti haline getirmiştir.

 Sonuç olarak Belize, tarihi Maya uygarlığından günümüze uzanan izleri, kolonyal geçmişi, çok kültürlü yapısı ve eşsiz doğasıyla Orta Amerika'nın en özel ülkelerinden biridir. Hem tarih meraklıları hem de doğa severler için keşfedilmeye değer bir destinasyondur.



12 Ağustos 2025 Salı

Barbados'a Bakış

Barbados'a Bakış


 Karayipler’in doğusunda yer alan Barbados, hem tarihi zenginliği hem de eşsiz kültürel dokusuyla dikkat çeken bir ada ülkesidir. Kristal berraklığındaki denizi, beyaz kumsalları ve misafirperver halkıyla bilinen Barbados, aynı zamanda köklü bir geçmişe sahiptir. Ada, tarih boyunca yerli halklardan Avrupalı sömürgecilere, köle ticaretinden bağımsızlık mücadelesine kadar pek çok dönüm noktasına tanıklık etmiştir.

 Barbados'un bilinen ilk sakinleri Arawak ve Karayip Kızılderilileriydi. Ancak 16. yüzyılda İspanyolların gelişiyle ada haritalara girmeye başladı. 1627 yılında İngilizler adayı sömürgeleştirdi ve uzun yıllar boyunca bir İngiliz kolonisi olarak varlığını sürdürdü. İngiliz etkisi o kadar derindir ki Barbados, 1966 yılında bağımsızlığını kazanana kadar “Küçük İngiltere” lakabını taşıdı. 30 Kasım 2021 tarihinde ise monarşiyi geride bırakarak tam anlamıyla cumhuriyet oldu ve İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth yerine kendi devlet başkanını seçti.

 Barbados’un ekonomisi tarihsel olarak şeker kamışı üretimine dayansa da, günümüzde turizm ve finans sektörü ön plana çıkmıştır. Özellikle Avrupalı ve Amerikalı turistler için popüler bir tatil destinasyonu olan ada, aynı zamanda kültürel festivalleriyle de adından söz ettirir. Her yıl düzenlenen “Crop Over Festivali”, kölelik sonrası özgürlüğün kutlandığı renkli bir etkinliktir ve dans, müzik, geleneksel kıyafetler ile ada halkının enerjisini yansıtır.

 Barbados halkı büyük oranda Afrikalı kökenlidir. Bu da müzikten mutfağa kadar pek çok alanda Afrika etkilerinin hissedilmesini sağlar. Özellikle calypso, reggae ve soca gibi müzik türleri adada oldukça yaygındır. Geleneksel mutfağında ise uçan balık, cou-cou, pirinç ve bezelye gibi lezzetler öne çıkar.

 Aynı zamanda dünyaca ünlü pop yıldızı Rihanna'nın memleketi olan Barbados, son yıllarda kültürel olarak da uluslararası alanda dikkat çekmektedir. Eğitim düzeyi yüksek, sağlık hizmetleri gelişmiş ve siyasi olarak istikrarlı bir yapıya sahiptir.

 Sonuç olarak Barbados, Karayipler’de tarihi sömürgecilik ile modern bağımsızlık arasında köprü kuran, kültürel çeşitliliğiyle öne çıkan bir ada ülkesidir. Geçmişin izlerini taşıyan yapıları, samimi halkı ve canlı kültürel yaşamıyla gezginlerin ve tarih meraklılarının ilgisini çekmeye devam etmektedir.

11 Ağustos 2025 Pazartesi

Bahamalar`a Bakış

Bahamalar`a Bakış


 Bahamalar, Atlantik Okyanusu’nun güneydoğusunda yer alan, 700'den fazla ada ve 2.000 kadar kayalıktan oluşan bir takımadadır. Başkenti Nassau olan ülke, tarihsel, kültürel ve doğal zenginlikleriyle dikkat çeker. Berrak suları ve beyaz kumları ile ünlü olan Bahamalar, hem tarih meraklıları için hem de turistler için eşsiz bir ülkedir.

 Tarihi, 1492’de Kristof Kolomb’un San Salvador Adası’na ayak basmasıyla başlamıştır. Bu keşif, Bahamalar’ı Avrupalı sömürgeciler için bir başlangıç noktası haline getirmiştir. Kolomb'un gelişinden önce adalarda Lucayan adı verilen yerli halk yaşamaktaydı. Ancak sömürgecilik süreci bu halk için felaket olmuş; kölelik, hastalıklar ve zorla çalıştırma nedeniyle Lucayanlar kısa sürede yok olmuştur.

 16. ve 17. yüzyıllarda Bahamalar, korsanların üssü haline geldi. Özellikle Nassau, Karayip korsanlarının merkezi olarak bilinirdi. Blackbeard (Kara Sakal) gibi ünlü korsanlar burada üslenmişti. 1718’de İngiltere, korsanlara son vermek amacıyla Bahamalar’ı doğrudan kraliyet kolonisi ilan etti. Böylece korsanlık dönemi kapanırken, İngiliz sömürge yönetimi başladı. Bahamalar, 1834 yılında köleliğin kaldırılmasının ardından Afrika kökenli halkın ağırlık kazandığı bir yapıya kavuştu.

 17. yüzyılda Bahamalar, giderek artan özerklik talepleriyle dikkat çekti. 1964’te iç işlerinde özerklik kazanan ülke, 10 Temmuz 1973’te İngiltere’den bağımsızlığını elde etti. Ancak İngiliz Milletler Topluluğu’na bağlı kalmaya devam etti. Günümüzde anayasal monarşi ile yönetilen Bahamalar’ın devlet başkanı, İngiltere kralıdır; ülke içinde ise başbakan ve parlamento yönetimi yürütür.

 Kültürel olarak Bahamalar, Afrika, İngiliz ve yerel etkilerin karıştığı bir yapıya sahiptir. En bilinen geleneksel etkinliklerden biri olan “Junkanoo” festivali, müzik, dans ve kostüm şölenidir. Festivaller genellikle Noel ve Yeni Yıllarda kutlanır. Müzikte ise rake and scrape, calypso ve reggae gibi türler ön plana çıkar. Halk Hristiyandır ve din sosyal toplumda önemli yer tutar.

 Ekonomisi büyük ölçüde turizme ve finansal hizmetlere dayalı olan Bahamalar, Karayipler’in en zengin ülkelerinden biridir. Lüks tatil köyleri, dalış merkezleri ve kruvaziyer limanlarıyla tanınır. Aynı zamanda vergi cenneti olarak da bilinir, bu nedenle birçok uluslararası şirket burada ofis açmaktadır.

 Sonuç olarak Bahamalar, korsanlık tarihinden sömürgecilik dönemine, bağımsızlık mücadelesinden kültürel zenginliklerine kadar derin bir geçmişe sahip, çok yönlü bir Karayip ülkesidir. Gerek tarihi katmanları, gerekse kültürel mirasıyla ilgi çekmeye devam etmektedir.

Part İmparatorluğu: Doğu'nun Güçlü Rakibi (M.Ö. 247 – M.S. 224)

Part İmparatorluğu Part İmparatorluğu, yaklaşık 500 yıl boyunca varlığını sürdürmüş, İran platosunun ve Mezopotamya'nın önemli bir bölü...