13 Kasım 2025 Perşembe

Yeni Kaledonya'nın Bağımsızlık İlanına Bakış Açısı

Yeni Kaledonya 24.09.2025 tarihinde Fransa Kolonisi olmaktan çıkıp bağımsızlık ilan etmişlerdir. Peki şimdi ne olacak? Sorusunu sormazsak olmaz. 

Yeni Kaledonya stratejik olarak konumu gereği ile Okyanusya Kıtası'nın önemli bölgelerinden biridir. Olası bir savaş durumunda Pasifik'teki bir sürü bölgeye müdahale edebilecek bir lojistik üst olarak göre biliriz. 

Asıl şu soruyu sormaklazım. Fransa bu bölgeyi bırakacak mı? Sizlerin de bırakmayacak dediğini duyar gibiyim ama işte bırakmamasının başka nedeni o coğrafyadaki doğal ve yapay kazançlar da vardır. 

Adaların ufak olduğuna bakmayın orada altın, magnez ve bir sürü petrol hatta doğalgaz vb. Madenler de bulunmaktadır. Bunu sadece Yeni Kaledonya için söylemiyorum o coğrafyadaki bir sürü ada volkanik oluşumlardır. Bu da maden açısından zengin bir coğrafya olduğunu gösterir. 

Ha bir de şunu söyleyelim turizim geliri bile bu adanın parasal açıdan elde tutmak için değecektir. 

Fransa bu adalardan bu sebeplerden dolayı vazgeçemez. Savaşır ama kazanamazsa da diğer sömürgelerine yaptığı gibi. İç huzursuzlukla kontrol etmeye çalışacaklar gibi gözüküyor. Ama tutamayada bilir önümüzde Küba gibi önemli örnekler var. 

Herat

Herat: Afganistan’ın Tarih ve Kültür Başkenti

Afganistan’ın batısında yer alan Herat, Orta Asya’nın en eski ve en önemli şehirlerinden biridir. Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan bu kadim şehir, yüzyıllar boyunca ticaretin, sanatın ve kültürün merkezi olmuştur. Günümüzde Herat, zengin tarihi dokusu, muhteşem mimarisi ve kültürel mirasıyla hem tarihçilerin hem de gezginlerin ilgisini çekmektedir.

Herat’ın Tarihi

Herat’ın tarihi, antik dönemlere kadar uzanır. Şehir, MÖ 500 civarında Pers İmparatorluğu döneminde önemli bir yerleşim haline gelmiştir. Daha sonra Büyük İskender tarafından fethedilmiş ve Yunan etkisi altına girmiştir. Ancak Herat, asıl parlak dönemini Timur İmparatorluğu zamanında yaşamıştır. 14. yüzyılın sonlarında Timurlular döneminde Herat, imparatorluğun kültürel ve sanatsal başkenti olmuştur. Bu dönemde şehir, bilim, edebiyat ve mimari açısından altın çağını yaşamıştır.

Herat’ın Mimari Mirası

Herat’ın en dikkat çekici yapılarından biri, 15. yüzyılda inşa edilen Herat Camii ya da diğer adıyla Cuma Camii’dir. Bu cami, mavi çinileri, yüksek minareleri ve zarif süslemeleriyle İslam mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. Ayrıca Herat Kalesi (İskender Kalesi olarak da bilinir), şehrin en eski yapılarından biridir ve tarih boyunca birçok medeniyetin izlerini taşır.
Şehirde ayrıca Gazargah Türbesi, Timur dönemi medreseleri ve eski pazar alanları da gezilip görülecek önemli yerler arasındadır.

Kültürel Önemi

Herat, sadece mimarisiyle değil, aynı zamanda edebiyat ve sanat alanındaki katkılarıyla da tanınır. Özellikle Cami (Nizami Heravi) gibi ünlü şairler bu şehirde yetişmiştir. Herat, döneminde “Doğu’nun Floransa’sı” olarak anılmış ve bilim ile sanatın merkezi kabul edilmiştir. Minyatür sanatı, halıcılık ve hat sanatı gibi el sanatları Herat kültürünün önemli parçalarıdır.

Günümüzde Herat

Bugün Herat, Afganistan’ın en gelişmiş şehirlerinden biri olmasına rağmen, savaşların ve siyasi çalkantıların etkisini yaşamıştır. Buna rağmen şehir, hâlâ Afganistan’ın kültürel kalbi olarak kabul edilir. UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınan Herat, turizmin yeniden canlanması için büyük bir potansiyele sahiptir.

Sonuç

Herat, binlerce yıllık geçmişiyle tarihin canlı bir tanığıdır. Perslerden Timurlulara, Yunanlardan modern Afganistan’a kadar uzanan zengin geçmişiyle bu şehir, İslam dünyasının kültürel mirasında eşsiz bir yere sahiptir. Tarih, sanat ve mimariyi bir arada görmek isteyen herkes için Herat, mutlaka keşfedilmesi gereken bir yerdir.

Anahtar kelimeler: Herat, Herat tarihi, Afganistan şehirleri, Herat camii, Herat kalesi, Timur imparatorluğu, Herat kültürü, Afganistan turizmi

12 Kasım 2025 Çarşamba

António de Oliveira Salazar

António de Oliveira Salazar: Portekiz’in Sessiz Diktatörü ve Estado Novo Dönemi

20. yüzyılın ilk yarısı, Avrupa’da otoriter rejimlerin yükselişine tanıklık etti. İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler, İspanya’da Franco ve Portekiz’de ise António de Oliveira Salazar… Bu isimler, kendi ülkelerinin kaderini onlarca yıl boyunca şekillendirdiler. Salazar, Portekiz’in modern tarihinde en uzun süre iktidarda kalan liderdir. 1928’den 1968’e kadar Portekiz’i yöneten Salazar, yalnızca bir siyasetçi değil, aynı zamanda ülkesinin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısını kökten değiştiren bir ideologdu.

Salazar’ın kurduğu “Estado Novo” (Yeni Devlet) rejimi, Katolik değerleri, otoriter yönetim anlayışını ve ekonomik istikrarı birleştirerek Portekiz’i yaklaşık 40 yıl boyunca yönlendirdi. Ancak bu dönem aynı zamanda baskı, sansür ve sömürge savaşlarıyla da anıldı. Bu yazıda Salazar’ın yaşamı, ideolojisi, uygulamaları ve mirası derinlemesine incelenecektir.

Salazar’ın Hayatı ve Yetişme Dönemi

António de Oliveira Salazar, 28 Nisan 1889’da Portekiz’in Vimieiro köyünde doğdu. Dindar bir Katolik ailenin çocuğuydu. Babası küçük bir çiftçiydi ve Salazar’ın çocukluğu kırsal, sade ve disiplinli bir ortamda geçti. Küçük yaşlardan itibaren zeki ve çalışkan biri olarak dikkat çekti. Eğitimine kilise desteğiyle devam etti ve Katolik inançları hayatı boyunca karakterini şekillendirdi.

1908’de Coimbra Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Üniversitede özellikle ekonomi ve maliye alanında uzmanlaştı. Akademik başarısı ona kısa sürede saygın bir konum kazandırdı ve 1918’de ekonomi profesörü oldu. Coimbra’daki yıllarında Salazar, Katolik toplumsal öğretiyi liberalizme alternatif bir ideoloji olarak savunmaya başladı.

Bu dönemde Portekiz’de siyasi istikrarsızlık hâkimdi. 1910’da krallık yıkılmış, Portekiz Cumhuriyeti kurulmuştu. Ancak cumhuriyetin ilk yılları darbeler, ekonomik krizler ve ideolojik çatışmalarla geçti. Salazar, bu ortamda liberal demokrasiye ve sosyalist akımlara karşı bir duruş benimsedi. Ona göre Portekiz, düzen ve Tanrı merkezli bir yönetimle kurtulabilirdi.

Siyasete Girişi

Salazar, siyasete doğrudan değil, dolaylı yoldan girdi. 1926’da askerî bir darbe gerçekleşti ve cumhuriyet yönetimi devrildi. Askerî rejim, ülkeyi yönetmekte zorlanınca, ekonomiyi düzeltmek için güvenilir bir isim aramaya başladı. O isim Salazar’dı.

1928’de Maliye Bakanı olarak göreve getirilen Salazar, kısa sürede ekonomik disiplini sağladı. Devlet harcamalarını kısıtladı, bütçeyi dengeledi ve Portekiz’in borç krizini kontrol altına aldı. Bu başarı ona büyük bir saygınlık kazandırdı. Halk ve ordu nezdinde “ülkeyi kurtaran adam” olarak görülmeye başlandı.

Salazar, 1932’de başbakanlığa getirildi. Artık ülkenin tek gerçek yöneticisiydi. Kısa sürede Estado Novo adını verdiği otoriter rejimi kurdu.

Estado Novo: Yeni Devlet Düzeni

Salazar’ın kurduğu Estado Novo rejimi, faşizme benzeyen ancak kendine özgü Katolik-otoriter bir sistemdi. Salazar, Mussolini ve Franco’dan etkilenmişti; ancak onların aksine, militarizmi değil, ahlak, düzen ve Tanrı’ya sadakati vurguluyordu.

1933’te kabul edilen yeni anayasa, Portekiz’i “otoriter, korporatif ve Katolik” bir devlet olarak tanımladı. Parlamento sembolik hale geldi, siyasi partiler kapatıldı ve “Ulusal Birlik” (União Nacional) adlı tek parti kuruldu.

Salazar’ın rejimi üç temel ilkeye dayanıyordu:

1. Tanrı’ya ve Katolik değerlere sadakat

2. Otoriteye ve hiyerarşiye bağlılık

3. Millî birlik ve sosyal uyum

Basın sansür altındaydı, sendikalar devlet kontrolüne alındı, muhalifler tutuklandı veya sürgüne gönderildi. Ancak Salazar, bu baskıyı “ülkenin çıkarları” için gerekli bir disiplin olarak savundu.

Ekonomik Politikalar

Salazar, bir ekonomist olarak, devletin mali disiplinini en öncelikli hedef haline getirdi. Bütçe denkliği, borçsuzluk ve tasarruf onun ekonomi anlayışının temelini oluşturuyordu.

Kamu harcamalarını kısarak enflasyonu düşürdü, vergileri düzenledi ve ithalatı sınırlayarak yerli üretimi destekledi. Ancak bu politikalar Portekiz ekonomisini korurken, aynı zamanda modernleşmeyi yavaşlattı.

Sanayi yatırımları sınırlı kaldı, kırsal alanlarda yoksulluk devam etti. Salazar’ın “mütevazı refah” anlayışı, Portekiz halkının uzun yıllar düşük yaşam standartlarına razı olmasına neden oldu. Buna rağmen, 1930’lar ve 1940’larda ekonomik istikrar sağlanmış, ülke borç batağından çıkmıştı.

Dış Politika ve II. Dünya Savaşı

Salazar, dış politikada dikkatli ve temkinli bir yol izledi. Portekiz, II. Dünya Savaşı’nda tarafsız kaldı, ancak her iki blokla da ilişkilerini sürdürdü.

Salazar, İngiltere ile 14. yüzyıldan beri süren ittifaka sadık kaldı, ancak aynı zamanda Nazi Almanyası ile ekonomik ilişkilerini sürdürdü. Bu sayede Portekiz, savaşın yıkımından kurtuldu ve stratejik konumunu güçlendirdi.

Savaş sonrasında Salazar, Soğuk Savaş döneminde ABD’nin müttefiki haline geldi. 1949’da Portekiz, NATO’nun kurucu üyelerinden biri oldu. Bu sayede rejim, Batı dünyasında “komünizme karşı sağlam kale” olarak görüldü.

Kolonyal Politika ve Afrika Savaşları

Salazar’ın en tartışmalı politikası, sömürgecilik konusundaki inatçı tutumu oldu. 1950’lerde dünya hızla dekolonizasyon sürecine girerken, Portekiz Afrika’daki kolonilerini elinde tutmakta ısrar etti.

Angola, Mozambik, Gine-Bissau, Cape Verde ve São Tomé gibi sömürgelerde bağımsızlık hareketleri yükselince, Salazar bu hareketleri “isyancı” olarak nitelendirdi. 1961’den itibaren Portekiz sömürge savaşları başladı.

Bu savaşlar, Portekiz ekonomisini yordu, binlerce askerin ölümüne neden oldu ve uluslararası alanda ülkeyi izole etti. Salazar ise “Portekiz küçük bir ülke ama büyük bir imparatorluktur” diyerek geri adım atmadı.

Muhalefet ve Baskı Mekanizmaları

Salazar’ın yönetiminde muhalefete izin verilmedi. PIDE (Polícia Internacional e de Defesa do Estado) adlı gizli polis örgütü, rejimin temel baskı aracına dönüştü.

Gazeteciler, akademisyenler ve sanatçılar sıkı sansür altındaydı. Muhalif düşünceler devlet düşmanlığı olarak görülüyordu. Hapishaneler ve sürgünler, Estado Novo’nun görünmeyen yüzünü oluşturuyordu.

Buna rağmen, Salazar kendisini “baba figürü” olarak sunmayı başardı. Dini söylemleri, alçakgönüllü yaşam tarzı ve mütevazı imajı halk arasında ona belirli bir sempati kazandırdı.

Salazar Döneminde Kültür ve Toplum

Salazar, Portekiz toplumunu Katolik değerler etrafında şekillendirmek istedi. Eğitim sistemi, din ve ahlak dersleri üzerine kuruldu. Kadınlar “ailenin temeli” olarak görülüyor, çalışma hayatına katılımları sınırlandırılıyordu.

Kültür politikalarında milliyetçilik ön plandaydı. Geleneksel müzik, kırsal yaşam ve Portekiz folkloru yüceltiliyordu. Bu dönemde “Fado” müziği bir ulusal kimlik aracı haline geldi.

Ancak bu kültürel politikalar, toplumu durağan ve kapalı hale getirdi. Sanatçılar ve entelektüeller, sansür nedeniyle yaratıcılıklarını özgürce ifade edemiyorlardı.

Düşüş ve Ölüm

1968 yılında Salazar, geçirdiği bir beyin kanaması sonucu görevini sürdüremez hale geldi. Ancak rejim, halka uzun süre onun görevden alındığını açıklamadı. Yerine Marcelo Caetano geçti, ancak Estado Novo rejimi varlığını sürdürdü.

Salazar, 27 Temmuz 1970’te öldü. Hayatının son yıllarını Lizbon’daki bir evde, yönetimden uzak ama hâlâ ülkesinin kaderini düşündüğü bir yalnızlık içinde geçirdi.

Estado Novo’nun Sonu ve Salazar’ın Mirası

Salazar sonrası dönemde rejim, yavaş yavaş zayıflamaya başladı. 1974’te Karanfil Devrimi olarak bilinen askerî isyanla Estado Novo devrildi. Portekiz demokratik bir yönetime geçti ve sömürgeler kısa sürede bağımsızlıklarını kazandı.

Salazar’ın mirası, günümüzde hâlâ tartışmalıdır. Kimi çevreler onu “ülkesini kaostan kurtaran disiplinli bir lider” olarak görürken, diğerleri onu otoriter, baskıcı ve modernleşmeyi engelleyen bir diktatör olarak tanımlar.

Sonuç

António de Oliveira Salazar, 20. yüzyıl Avrupa tarihinin en uzun süre iktidarda kalan liderlerinden biridir. Onun kurduğu Estado Novo rejimi, Portekiz’i yaklaşık 40 yıl boyunca istikrara kavuşturmuş ancak aynı zamanda özgürlükleri sınırlamıştır.

Salazar’ın yönetim tarzı, dini muhafazakârlık, ekonomik disiplin ve otoriter kontrolün bir bileşimiydi. Portekiz halkı, onun döneminde ekonomik çöküşten kurtulmuş olsa da, siyasi baskının gölgesinde yaşamıştır.

Bugün Salazar’ın mirası, Portekiz tarihinin karanlık ama öğretici bir bölümü olarak incelenmektedir. Onun hikâyesi, “düzen ve istikrar” uğruna özgürlüğün nasıl feda edilebileceğinin bir örneği olarak hatırlanır.

SEO Anahtar Kelimeler: António de Oliveira Salazar, Estado Novo, Portekiz diktatörü, Portekiz siyasi tarihi, Salazar dönemi, Portekiz’de otoriter rejim, Portekiz ekonomisi 20. yüzyıl, Karanfil Devrimi, Salazar’ın mirası, Portekiz sömürge savaşları



11 Kasım 2025 Salı

Perspektif

 Bir ülke düşünün. O ülkenin denizaşırı toprakları var ve bütün yerlilerin haklarını gasp eder. Üstüne üstlük oraya seçkin birliklerini gönderir. 

Daha öncesinde oraları sömürge haline getirirken bunu genel olarak bütün sömürge haline getirdikleri topraklar için söylüyorum yanlış anlaşılmasın. Oradaki toprakları savunan yerlileri ya öldürürler ya da sürgüne gönderirlerdi. En kötüsü ise köle haline getirirlerdi. Köle haline getirdiklerini de başka kolonilere ya satar ya da o koloni de zorla çalıştıtırlardı. 

Mesela o bahsettiğimiz topraklar da kalan yerli halk ise ikinci sınıf olarak muâmele görür. Şimdi ki zaman da kölelik kalksa da hep ikinci sınıf olarak kalmışlardır. Bu duruma sinirlenen yerli halk bir sürü kez isyan etmeye kalkar. Sonuçta bazı imtiyazlar elde edip yine aynı konum da kalırlar bir sonuca varamazlar. 

Şimdi sonuç kısmına gelelim artık. Ne olmasını beklersiniz sizce? Ne olacağını tahmin etmek zordur. Sonucunda ne olacağını beraber göreceğiz. Bakalım güç mü kazanacak inanç mı? 


Şam

Şam’ın Tarihi ve Kültürel Mirası: Binlerce Yıllık Medeniyetin Kalbi

Orta Doğu’nun kalbinde yer alan Şam (Damascus), insanlık tarihinin en eski sürekli yerleşim yerlerinden biridir. Yaklaşık 10.000 yıllık geçmişiyle Şam, sadece Suriye’nin başkenti değil; aynı zamanda dünyanın en kadim şehirlerinden biri olarak kabul edilir. Antik dönemlerden bu yana ticaret yollarının kavşağında bulunan şehir, hem kültürel hem de dini anlamda büyük bir öneme sahiptir. Bu yazımızda Şam’ın tarihi gelişimini, kültürel zenginliğini ve bugünkü önemini derinlemesine inceleyeceğiz.

Şam’ın Kuruluşu ve Antik Dönem Tarihi

Şam’ın tarihi, Neolitik Çağ’a kadar uzanır. Arkeolojik bulgular, bölgenin M.Ö. 8000’lerden itibaren yerleşim gördüğünü göstermektedir. Şehrin adı, antik kaynaklarda “Dimaşka” veya “Damaskos” olarak geçer. Amoriler, Aramiler ve Asurlar gibi birçok eski uygarlık burada hüküm sürmüştür. Aramiler döneminde şehir, önemli bir ticaret ve tarım merkezi haline geldi.

M.Ö. 732 yılında Asur İmparatorluğu’nun hâkimiyetine giren Şam, daha sonra Babilliler, Persler ve Makedonyalılar tarafından ele geçirildi. Büyük İskender’in seferi sırasında Şam, Helenistik kültürle tanıştı ve bu dönemde şehir oldukça gelişti. Helenistik miras, Roma ve Bizans dönemlerinde de etkisini sürdürdü.

Roma ve Bizans Döneminde Şam

M.Ö. 64 yılında Roma İmparatorluğu’na katılan Şam, imparatorluğun doğu sınırındaki en önemli şehirlerden biri oldu. Roma döneminde şehirde tapınaklar, yollar, hamamlar ve su kemerleri inşa edildi. En dikkat çekici yapı ise Jupiter Tapınağı, yani bugünkü Emeviye Camii’nin bulunduğu kutsal alandır.

Roma’nın ikiye bölünmesinden sonra Şam, Bizans İmparatorluğu’nun bir parçası haline geldi. Bu dönemde şehirde Hristiyanlık hızla yayıldı ve birçok kilise ve manastır inşa edildi. Ancak Şam’ın kaderi, 7. yüzyılda Arap fetihleriyle tamamen değişti.

Emeviler Döneminde Şam’ın Altın Çağı

M.S. 635 yılında Müslüman ordular tarafından fethedilen Şam, kısa sürede İslam dünyasının merkezi haline geldi. Emevi Hanedanı (661–750) döneminde Şam, İslam İmparatorluğu’nun başkenti ilan edildi. Bu dönemde şehir, büyük bir siyasi, kültürel ve ekonomik merkez olarak parladı.

Emeviler döneminde yapılan Emeviye Camii, İslam mimarisinin şaheserlerinden biridir. Bizans dönemindeki bir kilisenin yerine inşa edilen bu cami, İslam sanatının erken dönemine ait en önemli eserlerden biri olarak kabul edilir. Şam ayrıca o dönemde bilim, tıp, astronomi ve edebiyatın geliştiği bir merkez haline geldi.

Abbasi ve Memlük Dönemleri

Abbasi Halifeliği’nin 750’de Bağdat’a taşınmasıyla Şam eski ihtişamını bir süre kaybetti. Ancak şehir ticaret yolları üzerindeki stratejik konumunu korudu. Haçlı Seferleri sırasında da önemli bir savunma merkezi haline geldi. 12. yüzyılda Selahaddin Eyyubi, Şam’ı Eyyubi Devleti’nin başkenti yaptı. Şehir, bu dönemde yeniden canlanarak İslam dünyasının kültürel başkentlerinden biri oldu.

Daha sonra Şam, Memlükler (13.–16. yüzyıllar) döneminde de büyük bir gelişim yaşadı. Özellikle ticaret, el sanatları ve dini eğitim alanında ilerleme kaydedildi. Şam’da medreseler, hanlar ve su kemerleri inşa edildi; şehir Doğu’nun en önemli duraklarından biri haline geldi.

Osmanlı Döneminde Şam

1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık Savaşı’nı kazanmasıyla Şam, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarına katıldı. Osmanlılar döneminde şehir, Hicaz Demiryolu ile Mekke ve Medine’ye giden hac yolu üzerinde önemli bir merkez haline geldi. Her yıl düzenlenen Hac kervanları, Şam’dan hareket ederdi.

Osmanlı döneminde Şam, hem idari hem kültürel bir merkez olarak büyümeye devam etti. Hanlar, hamamlar, kervansaraylar, medreseler ve camiler inşa edildi. Şehir, Osmanlı mimarisi ve Arap estetiğinin birleştiği eşsiz bir şehir dokusuna kavuştu. Özellikle Azem Sarayı, bu dönemin mimari zarafetini yansıtan en güzel örneklerden biridir.

Modern Dönem ve Suriye’nin Başkenti Olarak Şam

I. Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla, Şam Fransız mandası altına girdi. 1946 yılında Suriye bağımsızlığını kazandı ve Şam, yeni kurulan devletin başkenti oldu. 20. yüzyıl boyunca şehir, siyasi çalkantılar, darbeler ve savaşlarla sarsıldı. Ancak buna rağmen Şam, tarih boyunca olduğu gibi kültürel kimliğini ve ruhunu korumayı başardı.

Bugün Şam, Suriye’nin siyasi, ekonomik ve kültürel kalbi olarak varlığını sürdürmektedir. Şehirde tarihî pazarlar (souk), taş evler, antik surlar ve Emeviye Camii gibi anıtlar hâlâ ayakta durmaktadır.

Şam’ın Kültürel ve Mimari Zenginliği

Şam, tarih boyunca çok kültürlü bir şehir olmuştur. Arap, Bizans, Osmanlı ve Batı etkilerinin bir araya geldiği bu şehirde camiler, kiliseler, hamamlar ve hanlar yan yana bulunur. Eski Şam (Old Damascus) bölgesi, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almakta olup dar sokakları, taş avlulu evleri ve tarihi hanlarıyla adeta zamanın durduğu bir yerdir.

El-Hamidiyye Çarşısı, Osmanlı döneminden kalma en ünlü alışveriş merkezlerinden biridir. Burada el işi ürünler, baharatlar, kumaşlar ve geleneksel gümüş takılar satılır. Ayrıca Şam sabunu, dünyanın en eski sabunlarından biri olarak hâlâ üretilmektedir.

Şam’ın Günümüzdeki Önemi

Şam, son yıllarda yaşanan iç savaş nedeniyle büyük yıkımlar yaşamıştır. Ancak şehir, hâlâ direnişin, kültürün ve tarihin sembolü olmaya devam etmektedir. Yeniden yapılanma süreciyle birlikte Şam, tarihî mirasını koruyarak geleceğe taşımaya çalışmaktadır.

Bugün Şam, sadece Suriye için değil, İslam ve dünya tarihi açısından da önemli bir simge şehir olarak varlığını sürdürmektedir. Onun sokaklarında yürümek, binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini sürmek gibidir.

Sonuç

Şam, tarihin, kültürün ve insanlığın beşiği olarak yüzyıllardır ayakta duran bir şehir. Antik dönemlerden Osmanlı’ya, modern çağdan günümüze kadar geçen süreçte her dönem bir medeniyetin izini taşır. Şam tarihi, sadece bir şehrin değil; insanlık tarihinin özeti gibidir.
Bu nedenle, Şam’a yapılacak bir ziyaret, geçmişle bugünün iç içe geçtiği benzersiz bir yolculuk olacaktır.

SEO Anahtar Kelimeler:

Şam tarihi, Şam kültürü, Şam’ın tarihi yerleri, Şam gezilecek yerler, Suriye Şam, Emeviye Camii, Şam Osmanlı dönemi, Şam’ın önemi, Şam medeniyetleri, Şam gezi rehberi.

10 Kasım 2025 Pazartesi

Cibuti

Cibuti Genel Bilgileri

Kıta: Afrika

Başkent: Cibuti

Resmi Dil: Fransızca, Arapça

Hükûmet: Yarı Başkanlık Sistemi

Milliyet: Cibutili

Din: Müslüman, Hristiyan

Para Birimi: Frank

Nüfus: 1.188.622

Cibuti Siyasi Tarihi ve Tarihi: Afrika Boynuzu’nun Stratejik Kalbi

Cibuti, Afrika Boynuzu’nda Kızıldeniz’in güney girişinde yer alan küçük ama jeopolitik açıdan son derece önemli bir ülkedir. Tarihi boyunca birçok medeniyetin etki alanında kalan Cibuti, günümüzde Afrika’nın en stratejik limanlarından birine sahip olup, uluslararası ticaretin ve askeri üslerin merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bu yazımızda Cibuti’nin tarihi, siyasi geçmişi, bağımsızlık süreci ve günümüzdeki politik yapısı üzerine ayrıntılı bir inceleme bulacaksınız.

Cibuti’nin Coğrafi ve Tarihsel Konumu

Cibuti, Afrika’nın doğu ucunda, Kızıldeniz ile Aden Körfezi’nin birleştiği noktada yer alır. Kuzeyinde Eritre, batısında ve güneyinde Etiyopya, güneydoğusunda ise Somali bulunur. Bu konumu sayesinde tarih boyunca hem ticaret yollarının hem de askeri geçiş noktalarının merkezinde olmuştur.

Antik dönemlerde bölge, Aromatik Ülke (Land of Punt) olarak bilinen, Mısırlıların ticaret yaptığı zengin topraklarla özdeşleştirilmiştir. Mısırlılar, bu bölgeden altın, tütsü, mür ve egzotik hayvanlar getirirdi. Cibuti topraklarında yaşayan Afar ve İsa (Issa) kabileleri, bu kadim ticaretin yerli unsurlarını oluşturmuştur.

İslam’ın Yayılışı ve Orta Çağ Dönemi

7. yüzyıldan itibaren Arap tüccarlar sayesinde İslam dini bölgeye ulaştı. Cibuti’nin bugünkü halkının büyük kısmı Müslümandır ve Arap kültürünün izleri hâlen toplumda görülmektedir. Bu dönem, aynı zamanda bölgenin Arap Yarımadası ve Habeşistan arasındaki ticaretin yoğunlaştığı bir süreçtir.

Orta Çağ boyunca Cibuti, Afar Sultanlığı, Adal Sultanlığı ve Ifat Sultanlığı gibi yerel Müslüman krallıkların kontrolünde kaldı. Bu sultanlıklar, Etiyopya Krallığı ile zaman zaman savaşlar yaparak bölgedeki güç dengesini şekillendirdiler. Bu dönemde Cibuti limanları, Doğu Afrika’nın en önemli ticaret noktalarından biri haline geldi.

Avrupalıların Gelişi ve Fransız Hakimiyeti

19. yüzyılda Avrupa devletlerinin Afrika’daki sömürge yarışında Cibuti’nin stratejik önemi bir kez daha öne çıktı. 1862 yılında Fransa, Afar liderlerinden Obock bölgesini satın alarak bölgede varlık göstermeye başladı.

1880’lerde Fransızlar, Tadjoura Körfezi kıyısında yeni bir liman kenti kurdu: Cibuti Şehri. Bu şehir, kısa sürede Fransız Somaliland’ının başkenti oldu. Fransızlar, Cibuti’yi hem ticaret hem de askeri üs olarak kullandı. Özellikle Etiyopya’ya giden demiryolu hattı (Addis Ababa – Cibuti hattı) ülkenin ekonomik ve stratejik değerini artırdı.

Fransız hakimiyeti, 20. yüzyılın ortalarına kadar sürdü. Cibuti halkı, özellikle İsa ve Afar toplulukları arasında süregelen etnik gerilimler ve bağımsızlık talepleriyle şekillenen bir siyasi bilince ulaştı.

Bağımsızlık Süreci ve 1977 Referandumu

1950’li ve 1960’lı yıllarda Afrika genelinde başlayan bağımsızlık hareketleri Cibuti’ye de yansıdı. 1958’de yapılan ilk referandumda halkın çoğunluğu Fransa ile kalmayı tercih etti. Ancak bu sonucun ardında Fransız etkisi ve nüfus sayımındaki manipülasyonlar olduğu iddia edildi.

1970’lere gelindiğinde bağımsızlık isteği giderek güçlendi. İsa toplumu bağımsızlığı desteklerken, Afar toplumu genellikle Fransa ile ilişkilerin sürmesini savundu. Bu etnik ayrışma, ülkenin politik yapısında uzun süre etkili olacaktı.

Sonunda 27 Haziran 1977’de yapılan ikinci referandum ile Cibuti büyük bir çoğunlukla bağımsızlığını kazandı. Ülkenin ilk cumhurbaşkanı Hassan Gouled Aptidon oldu ve yeni devletin adı Cibuti Cumhuriyeti olarak belirlendi.

Bağımsızlıktan Sonra Siyasi Yapı ve İç Dinamikler

Bağımsızlık sonrası dönemde Cibuti, tek partili bir sistem altında yönetildi. 1981’de Rassemblement Populaire pour le Progrès (RPP) tek yasal parti haline geldi. 1990’lı yıllara kadar devam eden bu sistem, iç huzursuzluklara ve etnik çatışmalara yol açtı.

1991’de Afar isyancılar tarafından başlatılan iç savaş, ülkeyi ciddi şekilde sarstı. Ancak 1994 yılında yapılan barış anlaşması, ülkenin yeniden istikrara kavuşmasını sağladı. Bu süreçten sonra çok partili hayata geçildi ve demokratikleşme yönünde sınırlı da olsa adımlar atıldı.

Modern Dönemde Cibuti: Stratejik Üs ve Ekonomik Merkez

Günümüzde Cibuti, yüzölçümü küçük olmasına rağmen uluslararası askeri üslerin merkezi konumundadır. ABD, Fransa, Çin, Japonya ve İtalya gibi ülkeler Cibuti’de askeri üsler bulundurmaktadır. Bunun en büyük nedeni, ülkenin Babu’l-Mendeb Boğazı gibi dünya ticaretinin en önemli su yollarından birine hakim olmasıdır.

Bu üsler, Cibuti ekonomisine önemli gelir sağlar. Ayrıca Cibuti Limanı, Etiyopya’nın denize açılan en önemli kapısıdır. Bu sayede ülke, lojistik ve taşımacılık sektöründe büyük bir gelişme göstermiştir. Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesi kapsamında Cibuti’ye yaptığı yatırımlar, bölge ekonomisini daha da canlandırmıştır.

Cibuti’nin Günümüzdeki Siyasi Yapısı

Cibuti, anayasal olarak yarı başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. 1999’dan bu yana ülkenin liderliğini İsmail Omar Guelleh sürdürmektedir. Guelleh yönetimi, göreceli bir istikrar sağlasa da siyasi özgürlüklerin sınırlılığı ve tek adam yönetimi eleştirileri sıkça gündeme gelmektedir.

Muhalefet partileri varlık gösterse de, seçim süreçleri genellikle iktidar partisinin lehine sonuçlanmaktadır. Buna rağmen Cibuti, bölgesel barış politikaları ve uluslararası işbirliği çabalarıyla tanınır hale gelmiştir.

Kültürel ve Sosyal Yapı

Cibuti’nin toplumu iki ana etnik gruptan oluşur: Afarlar ve İsa (Somali kökenli) halkı. Bu iki grup, ülke politikasında ve sosyal yapısında belirleyici rol oynamaktadır. Fransızca ve Arapça resmî dillerdir; Somali dili ve Afarca ise yaygın olarak konuşulur.

Ülke, İslam kültürünün etkisi altındadır. Geleneksel müzik, şiir ve dans kültürü güçlüdür. Ayrıca Cibuti mutfağı, Arap, Fransız ve Afrika lezzetlerinin harmanlandığı özgün bir yapıya sahiptir.

Sonuç: Küçük Ama Güçlü Bir Stratejik Aktör

Cibuti, tarih boyunca büyük güçlerin kesişme noktası olmuş bir ülkedir. Antik ticaret yollarından günümüzün küresel jeopolitiğine kadar uzanan bu stratejik rol, onun önemini her zaman korumuştur.

Bugün Cibuti, küçük yüzölçümüne rağmen büyük bir diplomatik ve askeri etkiye sahip bir devlettir. Modern altyapısı, limanları, askeri üsleri ve Afrika Boynuzu’ndaki istikrarı sayesinde hem bölgesel hem de küresel anlamda kilit bir konumda bulunmaktadır.

SEO Anahtar Kelimeleri:

Cibuti tarihi, Cibuti siyasi tarihi, Afrika Boynuzu tarihi, Cibuti bağımsızlık süreci, Cibuti limanı, Cibuti ekonomisi, Cibuti Fransa ilişkileri, Cibuti’nin önemi, Cibuti kültürü, Cibuti modern tarihi

9 Kasım 2025 Pazar

Falkland Adaları

Falkland Adaları Genel Bilgileri

Kıta: Güney Amerika

Başkent: Stanley

Resmi Dil: İngilizce

Hükümet: Meşruti Monarşili Özerk Yönetim

Milliyet: Büyük Britanya

Din: Hristiyan

Para Birimi: Falkland Poundu

Nüfus: 3.470

Falkland Adaları’nın Siyasi Tarihi ve Tarihi

Falkland Adaları, Güney Atlantik Okyanusu’nda, Arjantin’in doğusunda yer alan küçük ama stratejik öneme sahip bir takımadadır. İngiltere’nin denizaşırı topraklarından biri olan bu adalar, yüzyıllardır hem ekonomik hem de jeopolitik açıdan büyük bir ilgi odağı olmuştur. Falkland Adaları tarihi, keşiflerden sömürge mücadelelerine, diplomatik krizlerden savaşlara uzanan çalkantılı bir geçmişe sahiptir.

Keşif ve Erken Dönem Tarihi

Falkland Adaları, 16. yüzyılın başlarında Avrupalı denizciler tarafından keşfedildi. 1520’lerde Portekizli denizci Ferdinand Magellan tarafından fark edildiği düşünülse de, adaların ilk haritalara işlenmesi 1592’de İngiliz denizci John Davis tarafından gerçekleşti. Ardından 17. yüzyılda hem Fransızlar hem de İngilizler bu topraklar üzerinde hak iddia etmeye başladı.

1764 yılında Fransız kaşif Louis Antoine de Bougainville, Doğu Falkland Adası’nda ilk kalıcı yerleşimi kurdu. Ancak kısa bir süre sonra Fransızlar bu koloniyi İspanya’ya devretti. İngilizler ise 1765’te Batı Falkland’da kendi üssünü inşa etti. Böylece Falkland Adaları’nın egemenliği tartışmalı hale geldi ve Avrupa güçleri arasında çekişme başladı.

İspanyol ve İngiliz Hak İddiaları

18. ve 19. yüzyıllar boyunca adalar üzerindeki hâkimiyet, sürekli el değiştirdi. 1770 yılında İspanya, İngilizleri adadan çıkardı; ancak diplomatik baskı sonucu İngiltere kısa süre sonra geri döndü. 1816’da Arjantin’in bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, yeni kurulan Arjantin devleti İspanyol mirasına dayanarak Falkland Adaları’nı kendi toprağı ilan etti.

1833 yılı ise adalar tarihinin dönüm noktası oldu. İngiltere, askeri bir harekâtla Falkland Adaları’nı tekrar ele geçirdi ve Britanya egemenliği bu tarihten itibaren kesintisiz şekilde sürdü. Arjantin bu durumu hiçbir zaman resmen kabul etmedi ve adalar üzerindeki egemenlik iddiasını sürdürdü. 

Falkland Savaşı (1982)

Falkland Savaşı, adaların siyasi tarihindeki en dramatik olaydır. 2 Nisan 1982’de Arjantin ordusu Falkland Adaları’nı işgal etti. Bu hamle, Arjantin’deki ekonomik kriz ve askeri yönetimin iç politikadaki zayıflığını örtbas etme çabasının bir parçasıydı. Ancak İngiltere, dönemin başbakanı Margaret Thatcher liderliğinde hızlı bir askeri karşılık verdi.

Yaklaşık 10 hafta süren çatışmalar sonunda, İngiliz kuvvetleri adaları geri aldı. Savaş, 649 Arjantinli ve 255 İngiliz askerinin hayatını kaybetmesiyle sona erdi. 14 Haziran 1982’de Arjantin kuvvetleri teslim oldu ve adalar yeniden İngiltere’nin kontrolüne geçti. Bu olay, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerde derin bir kırılma yarattı.

Günümüz Falkland Adaları

Bugün Falkland Adaları, İngiltere’nin özerk bir denizaşırı toprağıdır. Ada halkı, kendi meclisine ve iç işlerinde bağımsız yönetime sahiptir. 2013 yılında yapılan bir referandumda halkın %99,8’i İngiltere’ye bağlı kalmak yönünde oy kullandı.

Adalar ekonomisini büyük ölçüde balıkçılık, koyun yetiştiriciliği ve turizm üzerine kurmuştur. Ayrıca çevredeki deniz alanlarında önemli petrol rezervleri olduğu düşünülmektedir. Bu durum, Falkland Adaları’nın stratejik önemini günümüzde de canlı tutmaktadır.

Sonuç

Falkland Adaları’nın siyasi tarihi, sömürgecilik rekabeti, diplomatik çekişmeler ve savaşlarla şekillenmiştir. İngiltere’nin kontrolü altında olmasına rağmen, Arjantin’in egemenlik iddiası hâlâ sürmektedir. Ancak ada halkının tercihi ve uluslararası hukukta İngiltere’nin konumu, Falkland Adaları’nı günümüzde istikrarlı bir yönetim yapısına kavuşturmuştur.

Anahtar Kelimeler (SEO): Falkland Adaları, Falkland Savaşı, Falkland Adaları tarihi, Falkland Adaları siyasi tarihi, İngiltere denizaşırı toprakları, Arjantin-İngiltere ilişkileri, Güney Atlantik tarihi

Makedonya İmparatorluğu: Büyük İskender'in Mirası

Makedonya İmparatorluğu Makedonya İmparatorluğu, MÖ 4. yüzyılda yükselen ve antik dünyanın seyrini kökten değiştiren bir güçtü. Tarihi, özel...