31 Ağustos 2025 Pazar

Büyük Taarruz: Türk Kurtuluş Savaşı’nın Zirve Noktası

 Büyük Taarruz: Türk Kurtuluş Savaşı’nın Zirve Noktası






 26 Ağustos 1922`den 30 Ağustos 1922`ye kadar süren geniş çapta taarruz harekatıdır. Bu saldırıyı bizzat Mustafa Kemal Paşa Zafer Tepeden idare etmiştir. Bu harekat bütün mazlum milletlerin özgürlük mücadelelerine tam bir örnek olmuştur.

 Büyük Taarruz başlamadan önce neler yaşanmış ona bakalım. Mondros Mütarekesi (1918) sonrası Osmanlı Devleti fiilen sona ermiş, Anadolu toprakları işgal edilmeye başlanmıştı. Batı Anadolu ise Yunan ordusunun kontrolü altına girmişti. Özellikle İzmir’in 15 Mayıs 1919’da işgali, halk arasında büyük bir infial uyandırmış, Kuvâ-yi Milliye hareketini doğurmuştu.

 1919-1920 yılları boyunca Türk milleti, düzenli ordunun kurulmasına kadar yerel direnişlerle işgalcilere karşı koydu. Ancak gerçek anlamda bir bağımsızlık için düzenli bir orduya ihtiyaç vardı. Bu noktada o zaman için Türkiye Cumhuriyeti daha ilan edilmediği için biz bu oluşuma Büyük Millet Meclisi deriz (BMM). BMM açılması ile Mustafa Kemal’in önderliğinde yeni bir ordu teşkili, mücadeleyi daha sistemli hâle getirdi.

 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi, Türk ordusu açısından büyük bir dönüm noktası oldu. 22 gün 22 gece süren bu savaş sonunda Yunan ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak Anadolu’nun tamamen kurtarılması için nihai bir darbe gerekiyordu. İşte bu darbe, Büyük Taarruz’la indirilecekti.

 Taarruzun gelişi daha dünden belliydi. Fransızlarla, İtalyanlarla ve SSCB liderliğinde Ermenistanla anlaşmalar yapılmış ülkeye bağlanmış. Türk ordusu, Sakarya’dan sonra toparlanmaya, eksiklerini gidermeye başladı. Cephane ve malzeme yetersizlikleri büyük sorun teşkil ediyordu. Halk, varını yoğunu orduya seferber etti. Kadınlar tarladan, cephane taşımaya; çocuklar ise iaşe teminine kadar birçok görev üstlendi. Bu dönemde halkın dayanışması, ordunun güçlenmesinde kritik rol oynadı.

 Başkomutan Mustafa Kemal, taarruz için son derece gizli ve titiz bir plan hazırladı. Planın esası, düşmanı Afyonkarahisar-Eskişehir hattında çevirip imha etmekti. Bunun için ordunun yoğun bir şekilde taarruz gücü toplayarak ani bir saldırıyla Yunan cephesini yarması gerekiyordu. Hazırlıklar öylesine gizli tutuldu ki, Yunan ordusu büyük bir saldırı beklentisi içinde değildi.

 6 Ağustos 1922 sabahı saat 05.30’da Türk topçusunun ateşiyle Büyük Taarruz başladı. Kocatepe’den Mustafa Kemal, yanında Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü ile birlikte taarruzu idare ediyordu. Türk topçusunun yoğun ateşi, Yunan mevzilerini sarstı. Ardından piyade birlikleri ileri atıldı.

 İlk günün sonunda Türk ordusu, Tınaztepe, Belentepe ve Kalecik Sivrisi gibi stratejik noktaları ele geçirdi. Bu başarı, Yunan savunmasının çözülmeye başladığını gösteriyordu.

 30 Ağustos 1922, Türk tarihine “Başkomutanlık Meydan Muharebesi” olarak geçmiştir. Bu gün, Büyük Taarruz’un en kritik anıdır. Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in bizzat yönettiği savaşta, Yunan ordusu ağır bir yenilgiye uğratıldı. Mustafa Kemal’in ünlü “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emri, Türk ordusuna yön verdi.

 Türk birlikleri, Yunan ordusunu büyük ölçüde kuşattı. Yunan komutanı General Trikopis esir alındı. Bu zafer, Yunan ordusunun Anadolu’daki varlığını fiilen sona erdirdi.

 Büyük Taarruz’un ardından Türk ordusu hızla ilerledi. Geri çekilen Yunan kuvvetleri, geçtiği yerleri yakıp yıkarak büyük bir tahribat yarattı. Ancak Türk ordusu, onları takip ederek hız kesmeden ilerledi.

 9 Eylül 1922’de Türk süvarileri İzmir’e girdi. İzmir’in kurtuluşu, Türk Kurtuluş Savaşı’nın kesin zaferle sonuçlandığının ilanı gibiydi. 18 Eylül’de Batı Anadolu tamamen işgalden kurtulmuştu.

Askerî Sonuçlar:

1] Yunan ordusu Anadolu’dan tamamen temizlendi.

2] Türk ordusu büyük bir stratejik zafer elde etti.

3] Anadolu’nun işgal altında kalan bölgeleri kurtarıldı.

Siyasi Sonuçlar:

1] Türk Kurtuluş Savaşı fiilen sona erdi.

2] Mudanya Ateşkes Antlaşması (11 Ekim 1922) imzalanarak barış süreci başladı.

3] Lozan Barış Antlaşması’na giden yol açıldı.

Toplumsal Sonuçlar:

1] Türk milletinin bağımsızlık inancı pekişti.

2] Zafer, halkın fedakârlıklarının boşa gitmediğini gösterdi.

3] Mustafa Kemal’in liderliği ve stratejik dehası, hem içeride hem de dışarıda takdir topladı.

 Büyük Taarruz’un başarısında en büyük pay, şüphesiz Mustafa Kemal Paşa`nın liderliği sonucu olmuştur. Mustafa Kemal Paşa, stratejik düşünme kabiliyeti, sabrı, gizlilik ilkesine bağlılığı ve doğru zamanda doğru hamle yapma becerisiyle zaferi mümkün kıldı.

 Onun şu sözleri aklımızdan hiç çıkmamıştır, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz.” Bu anlayış, ordunun ve milletin topyekûn mücadelesini simgelemiştir.

 Büyük Taarruz, sadece Türkiye için değil, dünya tarihi için de önemlidir. Çünkü bu zafer, emperyalizme karşı kazanılmış ender başarılardan biridir. Hindistan’dan Cezayir’e kadar birçok sömürge ülkesi, bu zaferi örnek aldı. Mustafa Kemal’in önderliğinde kazanılan bağımsızlık, mazlum milletlere umut ışığı oldu.

 Büyük Taarruz, Türk milletinin bağımsızlık yolundaki kararlılığının, fedakârlığının ve azminin simgesidir. Bu zafer, sadece bir savaşın kazanılması değil, aynı zamanda özgürlüğün, ulusal egemenliğin ve bağımsızlığın taçlanmasıdır.

 26 Ağustos’ta Kocatepe’de başlayan bu destansı yürüyüş, 9 Eylül’de İzmir’de tamamlandı. Arkasında özgür bir vatan, bağımsız bir millet ve güçlü bir devlet bıraktı.

 Bugün bizlere düşen görev, Büyük Taarruz’un ruhunu ve mesajını yaşatmak; bağımsızlığın ve özgürlüğün değerini bilmek ve gelecek nesillere aktarmaktır. Çünkü Büyük Taarruz, yalnızca bir tarih sayfası değil, milletimizin varoluş destanıdır.

30 Ağustos 2025 Cumartesi

Jozip Broz Tito Kimdir

 Jozip Broz Tito Kimdir

Tito`nun bazı resimleri aşağıda verilmiştir.








 Jozip Broz yaygın olarak kullanılan adı ile Tito olarak bilinir. 1943`den 1980`deki ölümüne kadar ulusal liderliği çeşitli pozisyonlarında görev yapan bir Yugoslav komünist devrimci ve politikacı idi. 20. yüzyılın en dikkat çekici siyasi figürlerinden biridir. Yalnızca Yugoslavya`nın lideri değil aynı zamanda soğuk savaş sırasında doğu ve batı arasında farklı bir yol izlemiştir. Tito sıradan bir köylü çocuğundan boyut atlayıp Yugoslavya`nın uzun süreli başkanı ve bağlantısızlar hareketinin kurucusudur. Baktığımızda bu da Tito'nun ilginç hikayesinin bir örneğidir.

 Tito, 7 Mayıs 1892’de Habsburg İmparatorluğu’na bağlı olan bugünkü Hırvatistan’ın Kumrovec köyünde dünyaya geldi. Babası Hırvat, annesi ise Sloven kökenliydi. Fakir bir ailede büyüdüğü için erken yaşta çalışmaya başladı. Gençlik yıllarında çeşitli işlerde çalıştıktan sonra Birinci Dünya Savaşı’nda Avusturya-Macaristan ordusunda görev yaptı.

 1914’te Rusya cephesinde savaşa gönderilen Tito, kısa süre sonra yaralanarak Ruslara esir düştü. Rusya’daki sosyalist fikirlerle tanıştı ve Bolşevik Devrimi’nden etkilendi. 1920’de Yugoslavya’ya döndüğünde artık bir komünistti ve bu ideoloji, onun hayatındaki temel yol gösterici unsur oldu. 

 1920’lerin sonunda Tito, Yugoslavya Komünist Partisi’ne katıldı. Sendikal faaliyetler ve örgütlenme çalışmaları nedeniyle sık sık tutuklandı. 1930’larda Moskova’ya giderek Komintern’de görev yaptı ve  Sovyetler Birliği’nin desteğini kazandı. 

 İkinci Dünya Savaşı sırasında Tito’nun siyasi kariyerinde dönüm noktası yaşandı. 1941’de Nazi Almanyası Yugoslavya’yı işgal ettiğinde Tito, Yugoslavya Partizanları adı verilen direniş hareketinin lideri oldu. Bu hareket, Avrupa’daki en güçlü anti-faşist direniş örgütlerinden biri haline geldi. Tito’nun partizanları, Nazi işgaline de işbirlikçi Ustaşa ve Çetnik güçlerine karşı savaşarak halk desteğini kazandı.

 Savaşın ardından Tito, ülkenin kontrolünü büyük ölçüde elinde bulunduruyordu. 1945’te Yugoslavya resmen sosyalist bir federasyon haline geldi ve Tito da başbakan olarak göreve başladı. 1953’te cumhurbaşkanlığına seçildi. 

 Tito’nun kurduğu Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, altı cumhuriyet (Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Karadağ, Makedonya) ve iki özerk bölgeden oluşan bir federasyondu. Tito, bu çok uluslu yapıyı dengede tutmak için “kardeşlik ve birlik” politikası izledi. Bu politika, etnik gerilimlerin bir süreliğine bastırılmasını sağladı. 

 Tito’nun en dikkat çekici siyasi hamlesi, 1948’de Sovyetler Birliği lideri Stalin ile yollarını ayırması oldu. Stalin, Doğu Avrupa'daki bütün ülkeleri Moskova'ya bağlamak istiyordu. Ancak Tito, Yugoslavya’nın bağımsız bir yol izlemesi gerektiğini savundu. Tito-Stalin ayrılığı, Soğuk Savaş’ın erken döneminde önemli bir kırılma noktası oldu. 

 Sovyet baskısına rağmen Tito, Batı’dan ekonomik yardım alarak ülkesini ayakta tuttu. Bu bağımsız tavır, Yugoslavya’yı Doğu Bloku’ndaki diğer sosyalist ülkelerden ayırdı.

 1950’lerden itibaren Tito, Bağlantısızlar Hareketi’nin kurucularından biri olarak dünya sahnesine çıktı. Hindistan Başbakanı Nehru, Mısır Cumhurbaşkanı Nasır ve Endonezya lideri Sukarno ile birlikte hareket ederek, ne Batı Bloku’na ne de Doğu Bloku’na dahil olmayan ülkelerin bir araya gelmesini sağladı.

 Bağlantısızlar Hareketi, özellikle Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki yeni bağımsız devletler için üçüncü bir yol sundu. Tito, bu hareketin önde gelen yüzlerinden biri olarak uluslararası saygınlık kazandı.

 Tito, ülke içinde karizmatik ve otoriter bir liderdi. Muhalefete fazla izin vermedi ve tek parti sistemi uzun yıllar sürdü. Yugoslavya ekonomisinde Sovyet tarzı merkeziyetçilikten farklı olarak “öz yönetim sosyalizmi” adı verilen bir model uygulandı. İşçilerin işletmeler üzerinde söz sahibi olduğu bu sistem, bir süreliğine ekonomik büyüme sağladı.

 Tito’nun en büyük başarısı, çok farklı etnik kökenlere sahip Yugoslav halklarını bir arada tutabilmesiydi. Onun ölümü sonrası bir daha aynı istikrar sağlanamadı ve Yugoslavya dağılma evresine doğru girmiş oldu. 

 Tito, 1970’lerde sağlığı bozulmaya başlamasına rağmen görevini sürdürdü. 4 Mayıs 1980’de Ljubljana’da hayatını kaybettiğinde, hem Doğu hem Batı dünyasından birçok lider cenazesine katıldı. Bu, dönemin en geniş katılımlı devlet törenlerinden biri oldu.

 Tito’nun ölümü, Yugoslavya için yeni bir dönemin başlangıcıydı. Onun otoritesi olmadan federasyon içindeki milliyetçi gerilimler hızla yükseldi. 1990’larda Yugoslavya’nın parçalanması ve savaşlar, Tito döneminde ertelenen sorunların patlak vermesi olarak yorumlandı.

  Josip Broz Tito, 20. yüzyılın en ilginç liderlerinden biri olarak tarihe geçti. Bir yandan bağımsızlıkçı çizgisiyle Sovyetler’e kafa tutan, diğer yandan Batı’ya da tamamen teslim olmayan bir liderdi. “Titoizm” olarak bilinen politik çizgi, Soğuk Savaş dünyasında üçüncü bir yol arayışının sembolü oldu.

  Tito’nun mirası bugün hâlâ tartışmalıdır: Kimileri onu halkları bir arada tutan karizmatik bir lider olarak överken, kimileri otoriter yöntemlerini eleştirir. Ancak tartışmasız gerçek şu ki, Tito’nun adı, hem Yugoslavya’nın hem de 20. yüzyıl dünya tarihinin vazgeçilmez figürlerinden biri olarak kalmaya devam ediyor.

29 Ağustos 2025 Cuma

Guatemala`ya Bakış

Guatemala`ya Bakış 





 Guatemala resmi olarak Guatemala Cumhuriyeti olarak bilinir. Orta Amerika`da bir ülkedir. Kuzey batıda Meksika, kuzey doğuda Belize, doğuda Honduras ve güney doğuda El Salvador ile çevrilidir. Nüfusu 2025 itibari ile 18.733.785 olarak göze çarpmaktadır. Orta Amerika'da iyi bir konumda olan Guatemala, Mayalara dayanan tarihi, büyük dağları, muhteşem kumsalları ile egzotik ve ayrı zamanda gezilmeyi bekleyen bir ülkedir.

 Nüfus olarak Guatemala Latin Amerika`nın en artış gösteren ülkelerden biridir. Nüfusun yarısından fazlası Ladinolar denen ve Avrupalı karışımıdır. Geri kalan kısmı ise Kızılderililerden oluşuyor. Halkın çoğu katoliktir ve İspanyolca konuşmaktadır.

 Guatemala mutfağındaki geleneksel yiyecekler çoğu, İspanyol ve Maya mutfağı temellidir. Temel malzemeleri ise mısır, acı biber ve fasulyedir. Guatemala ayrıca Hass avokadosunun ana memleketi ve en meşhur olduğu yerdir.     

 Guatemala Antik Mayalar esintisi altında şekillenmiş bir bölgedir. İlk zamanlar da Mayalılar tarafından şekillendirilmiş ve yönetilmiştir. 1524`te İspanyolların Guatemala'yı fethetmesi ile beraber sömürge dönemi başlamaktadır. 

 İspanyol İmparatorluğundan bağımsız olduğu yıl 15 eylül 1821 tarihidir. Bu güne kadar başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. 1954`ten 1993 tarihine kadar sağ - sol çatışmaları, gerillalar ve cuntalarla uğraşan  Guatemala'sında demokratik ortamın sağlanması ile devamlı büyüyen bir ülke olarak görülmektedir. 


28 Ağustos 2025 Perşembe

Bilge Tonyukuk ve Bilinmeyenler

 Bilge Tonyukuk ve Bilinmeyenler



 Tonyukuk asıl manası ile "Tün  Yokuk" yani baş vezir, ilk vezir anlamına gelmektedir. Halktan olup hakandan iki derece aşağıda kişilere verilen bir unvandır. Kısacası hem Tonyukuk doğru bir telaffuzdur. Tünyukuk da doğru bir telaffuzdur. Tonyukuk daha sadeleşmiş halidir.

 Tonyukuk adı bilinen ilk Türk yazar ve tarihçidir. Tonyukuk İkinci Göktürk Devleti`nin kurucusu İlteriş Kutluğ Han, Kapagan Han, Böğü Han ve Bilge Kağan olmak üzere dört Türk hükümdarına baş vezirlik yapmış, bazı savaşlara baş kumandanlık sıfatıyla katılarak bu savaşların kazanılmasında büyük vazife görmüş, meclis başkanlıklarını yürütmüşlerdir.

  Halkın arasından çıkmış bir vezir olarak hem kağanın hem halkın yanında olup, Türk töresine uygun hareket etmeye çalışmış ve alimlik gibi meziyetlerinin bulunması Tonyukuk`u  İkinci Göktürk Devleti`nin vazgeçilmez veziri yapmıştır. Bu kabiliyetlerinden dolayı "bilge" unvanının sahibidir.

  Tonyukuk yazıtı 720-725 senelerinde Tonyukuk`un kendisi tarafından dikilmiştir. Bu yazıtta, türklerin savaş stratejileri, bağımsızlık mücadelesi için verilen savaşlar, Bilge Tonyukuk`un Türk milleti için verdiği mücadeleler göze çarpmaktadır.

   Kısaca özetlersek Tonyukuk İkinci Göktürk Devleti`nin kuruluşunda da önemli fayda göstermiş dört tane hükümdara hizmet etmiş o dönemin kurtarıcısı ve en önemli figürüdür. Ayrıca tarihçi, aydın, devlet adamı ve baş komutan olarak verdiği değerli hizmetlerden dolayı "bilge" unvanını almıştır. İkinci Göktürk Devleti ve önceki bilgileri bize ayrıntılı bir şekilde sunmaktadır. 

27 Ağustos 2025 Çarşamba

Büyük Hun İmparatorluğu`nda Yazı Dili Var Mıydı

Büyük Hun İmparatorluğu`nda Yazı Dili Var Mıydı







 Büyük Hun İmparatorluğu (MÖ 4. yüzyıl – MS 1. yüzyıl) döneminde, bildiğimiz kadarıyla gelişmiş yada resmileşmiş bir yazı dili bulunmamaktaydı. 

 Hunlarla ilgili yazılı kaynakların büyük bölümü, onların çağdaşı olan Çin kroniklerinden gelmektedir. Hunlar çok garip bir şekilde kendi yazılı tarihlerini yazmamışlardır. Ancak bazı efsaneler vardır. Yok Çin`deki beyaz piramit içinde bir kütüphane olduğu yada farklı bir Türk dili ile yazıp onlar keşfedilmeyi bekliyor olabilir misali efsaneler dönmektedir bunların araştırılması gerekmektedir ne derler teyide muhtaç konulardır bunlar.

 Daha çok sözlü kültür (destan, şiir, töre, atasözü, şifahi hukuk) geleneğiyle yaşamışlardır. En bilinen hali bu şekildedir. Bir de düşünün ki "söz uçar yazı kalır." diye bir laf vardır. O zaman sizce de bir anormallik yokumdur. Bana sorarsanız keşfedilmeyi bekleyen bir sürü kitabe ve kaynaklar yer altından çıkmayı bekliyor.

 Orhun Yazıtları’ndan (Göktürkler – 8. yüzyıl) çok önce, Hun veya proto-Türk topluluklarına ait olabileceği düşünülen bazı işaretler Orta Asya’da bulunmuştur. Ancak bunların Hunlara ait yazı sistemi mi, yoksa sadece tamga (damga/arma) işaretleri mi olduğu kesin değildir. Bu tamga adı verilen işaretler sonrasında çoğu Asya medeniyetinde görülecek sembolleri oluşturmuştur. Yarı yarıya bu işaretlerin Türklere ait olduğu kanıtlandı. Ama Hindular bunu reddeder.

  Hunların "sözlü gelenekle" yönetildiklerini, ancak antlaşmalar ve önemli kayıtların bazen Çince yazıldığını belirtir. Yani Hunlar kendi resmi yazılarını geliştirmemiş, diplomasi için Çin yazısını kullanmak zorunda kalmışlardır. Ben bundan da fazlasının olabileceğini iddia ediyorum.

  Hunlardan çok sonra gelen Göktürkler (6.–8. yüzyıl) ilk kesin Türk yazı sistemini, yani Orhun alfabesini geliştirmiştir. Bu da bilinen tarih olarak göre biliriz.

  Bilinen hali ile Büyük Hun İmparatorluğu döneminde bağımsız ve sistemli bir yazı dili yoktu. Hunlar yazıyı günlük yaşamlarında değil, ancak dış ilişkilerde (Çin kaynakları aracılığıyla) dolaylı olarak kullanmışlardır. Kültürlerini ise daha çok sözlü gelenek yoluyla aktarmışlardır. Ama daha bulunmamış olan belgeler bütün tarihi değiştirebilir.

26 Ağustos 2025 Salı

Grenada`ya Bakış

 Grenada`ya Bakış 

 





 Karayipler’in güneyinde, Küçük Antiller zincirinde yer alan Grenada, baharat kültürü bakımından çok zengindir. Baharat Adası olarak da bilinen ada da tarçın, kakule ve muskat üretimi ile öne çıkmaktadır.

 Grenada`nın ilk sakinleri MÖ 2000`li yıllara dayanmakla birlikte Karayip yerlileri bu adanın ilk sakinleri arasında gelmektedir. Adada balıkçılık, tarım veküçük ölçekli ticaretlerle geçimlerini sağlamışlardır.

 1498`de Kristof Kolomb Grenada`ya geldi. Fakat İspanyollar adada kalıcı bir egemenlik kuramadı. 17. yüzyılda Fransızlar geldi. Karayip yerlilerinin isyana sebebiyet vermemek için çoğu ya sürgün edildi. Arada çıkan çatışmalarda bazı isyancılar ölmüştür. 1762`de yedi yıl savaşlarında adayı İngilizler ele geçirmiş hemen ardından 1763`teki Paris antlaşması ile resmen ada İngiltere`ye bırakıldı. 18. ve 19. yüzyıllarda Grenada, şeker kamışı, kakao ve özellikle muskat üretimiyle sömürge ekonomisinin önemli bir parçası oldu. Bu dönemde Afrika’dan çok sayıda köle adaya getirildi ve ada nüfusunun temelini Afrikalılar oluşturdu.

 Köleliğin kalkması ile birlikte adada ekonomik ve sosyal reform yaşandı. Ama bağımsızlık süreci uzun sürdü. Grenada 1974 yılında bağımsız oldu. Fakat sonrasında gelen sağ ve sol sürtüşmeleri sırasında askeri darbeler ile kısa süreli bir istikrarsızlık dönemi yaşanmıştır. ABD`nin öncülüğünde de gerçekleştirilen askeri müdahale sonrası yeniden demokratik yönetime geçildi. Günümüzde Grenada, İngilz Milletler Topluluğu içinde yer alan bağımsız bir devlettir.

 Grenada'nın güncel nüfusu 117.314 2025 yılı itibari ile özellikle Afrika, Avrupa ve Karayip kökenli topluluklar adada yaşamaktadır. En çok Afrika kökenli insanlar olmak üzere ülkenin nüfusu şekillenmiştir.

  Resmi dil İngilizce olmakla birlikte halk arasında “Grenadian Creole English” ve “Grenadian Creole French” yaygın olarak konuşulur. Bu diller, Afrika dilleriyle Fransızca ve İngilizce’nin karışımından doğmuştur.

  Grenada halkının çoğunluğu Hristiyandır. Katolikler ve Anglikanlar başta olmak üzere çeşitli Protestan mezhepleri adada güçlü bir konuma sahiptir. Aynı zamanda halk inançlarında Afrika kökenli spiritüel öğeler de etkisini sürdürmektedir.

  Grenada’nın müzik kültürü, Karayip ritimlerinin canlılığını yansıtır. Calypso, Reggae ve Soca en popüler türlerdir. Ayrıca “Jab Jab” adı verilen özgün bir karnaval geleneği vardır. Her yıl Ağustos ayında düzenlenen “Spicemas Karnavalı” adanın en büyük kültürel etkinliğidir. Bu karnavalda müzik, dans, renkli kostümler ve sokak eğlenceleri öne çıkar.

  Ada mutfağı, Karayip lezzetleri ile Afrika ve Avrupa etkilerini birleştirir. En bilinen yemeklerden biri “Oil Down” isimli ulusal yemektir. Bu yemek; ekmek ağacı meyvesi, sebzeler, et veya balık ile hindistancevizi sütünde pişirilir. Ayrıca muskat başta olmak üzere adanın baharatları mutfakta yoğun biçimde kullanılır.

  Kriket, tıpkı diğer Karayip ülkelerinde olduğu gibi Grenada’da en popüler spordur. Bunun yanında futbol ve atletizm de yaygın olarak yapılır.

  Grenada küçük yüz ölçümü ile büyük bir kültüre ve geleneğe sahip bir ada ülkesi olarak günümüz Karayipleri şekillendiren bir ada ülkesi olarak görünmektedir.

25 Ağustos 2025 Pazartesi

Josef Stalin: Sovyetler’in Katı Lideri

 Josef Stalin: Sovyetler’in Katı Lideri





 Josef Vissarionoviç Stalin, 1878 yılında Gürcistan’ın Gori kasabasında dünyaya geldi. Asıl adı “İosif Cugaşvili” olan Stalin, genç yaşta devrimci fikirlerle tanıştı. Marksist hareketin etkisiyle Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne katıldı ve kısa süre içinde “Stalin” yani “çelik adam” lakabını benimsedi. Bu isim, onun kişiliğini ve ileride üstleneceği katı liderliği sembolize ediyordu.

 Stalin ilk olarak yine 1917 de olan Şubat devrimine biraz gecikmeli olarak Sibirya'daki sürgünden kaçarak katılmıştır. Asıl olarak Ekim devriminde etkin rol oynamıştır. Lenin’in ölümünün ardından, parti içindeki güç mücadelesinde rakiplerini birer birer saf dışı bırakarak 1924’ten itibaren Sovyetler Birliği’nin fiili lideri konumuna geldi. Özellikle Troçki’yi tasfiye etmesi, onun siyasi manevra kabiliyetini ve sert tutumunu ortaya koydu.

 Liderliğinin ilk yıllarında Sovyetler’i hızlı bir şekilde sanayileştirme ve modernleştirme hedefiyle beş yıllık planları devreye soktu. Ağır sanayi, demir yolları ve üretim tesisleri kurup ekonomiyi ayağı kaldırmaya çalışmıştır. Ancak bu süreç, tarımın kolektifleştirilmesiyle birleşince büyük bir kıtlığa yol açtı. Özellikle Ukrayna’da yaşanan Holodomor felaketi, milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu. Stalin’in ekonomik politikaları Sovyetler’i güçlü bir sanayi devleti haline getirirken, aynı zamanda ağır insani kayıplar doğurdu.

 1930’lu yıllarda Stalin, iktidarını pekiştirmek için geniş çaplı tasfiyeler başlattı. Parti kadroları, ordu komutanları ve hatta sıradan vatandaşlar “karşı devrimci” olmakla suçlanarak ya idam edildi ya da Sibirya’daki çalışma kamplarına gönderildi. Bu dönem, tarihe Büyük Temizlik olarak geçti. Stalin, korku ve baskı yoluyla ülkeyi yönetirken, halk üzerinde mutlak bir kontrol kurdu. Bunun sonucunu 2. dünya savaşında çok ağır bir şekilde yaşayacaklardı. Orduları yönetecek bir kişi bile bulamayıp askerlikten atılan generalleri tekrar göreve çağırdı.

 İkinci Dünya Savaşı’nda Stalin, Sovyetler Birliği’ni Nazi Almanyası’na karşı zafere taşıdı. 1941’de Alman işgaline uğrayan Sovyet toprakları büyük kayıplar verse de, Stalingrad Muharebesi’nden itibaren savaşın seyri değişti. Sovyet ordusu Berlin’e kadar ilerledi ve 1945’te Almanya’nın teslim olmasıyla birlikte Sovyetler Birliği, dünya siyasetinde bir süper güç haline geldi.

 Savaş sonrası dönemde Stalin, Doğu Avrupa’da Sovyet etkisini genişletti ve Soğuk Savaş’ın temellerini attı. Komünist rejimler Doğu Bloku’nda iktidara gelirken, Batı ile gerginlik arttı. Stalin’in yönetim tarzı, hem içeride baskıcı bir düzeni sürdürdü hem de dış politikada agresif bir tavır sergiledi.

 Stalin, 1953 yılında öldüğünde ardında hem büyük bir sanayi ve askeri güç bırakmış hem de milyonlarca insanın acı çektiği otoriter bir miras bırakmıştı. Onun adı, tarihte tartışmalı bir figür olarak anılır: Kimileri onu faşizmi yenen lider ve modernleşmenin mimarı görürken, kimileri ise insanlık tarihinin en sert diktatörlerinden biri olarak değerlendirir.

 Stalin’in hayatı, güç ve otoritenin bir ülkenin kaderini nasıl şekillendirebileceğini gösteren çarpıcı bir örnektir. Korkudan çoğu kişiyi ortadan kaldırdı ama sonunda hayat onu yendi.


Zengezur Koridoru Meselesi

Zengezur Koridoru Meselesi





 Kafkasya coğrafyası için tarih boyunca hep savaşılmış ve devamlı bir şekilde farklı uluslar bir birleri ile mücadele etmiştir. Çünkü, petrol ve yeraltı kaynakları açısından zengin bir coğrafya ayrıca stratejik açıdan da önemli bir yere sahiptir. Jeopolitik olarak hem Perslere, hem Anadolu topraklarına, hem de Türkistan topraklarına açılan bir kapıdır.

 Bu neden dolayısı ile Çarlık Rusya'sı Ermenileri 19. yüzyılda Anadolu'daki olan Türklerle olan bağı kesmek için Ermenileri şuan ki bulundukları yere konuşlandırdılar.

 1918`de kurulan Trans Kafkasya Cumhuriyet`i olarak bilinen bir yapıda Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan birleşti ama bu yapı uzun süreli bir yapı olmayacaktı hem Sovyetlerin baskısı hem de kendi aralarındaki anlaşmazlıklar sonucu Gürcüler ve Ermeniler bu cumhuriyeti terk ettiler. Azerbaycan ise bağzı siyasetçiler ve aydın insanları ile bir bağımsız yapı olarak ayakta durmaya çalışıyordu ama dayanamadı ve 1920 yılında Sovyetler Birliği`ne bağlandı.

 Sovyetler Birliği`nin benimsediği projelere göre yanı başında güçlü bir oluşum kalmayacak şekilde böl parçala yönet politikasını benimsediğinden Azerbaycan ile yapılan Zengezur Antlaşması ile Zengezur bölgesini Azerbaycan'dan koparıp Ermenistan'a vermiştir. Bu yol ile Azerbaycan'ı Anadolu'daki Türklerden koparmıştır. Kendi bölgesine hapsedilmiştir. Nahcivan'a da özerk statü verilerek Sovyetler Birliği ve Türkiye'nin garantörlüğüne alınmıştır. 

 Sonuç olarak bir yüzyılı şekillendiren Zengezur Antlaşması imzalandı. Bu neticede Zengezur`un büyük bir kısmı Ermenistan'a bırakıldı. Azerbaycan ise Nahçivan`ın statüsü konusunda sınırlı bir güvence aldı. Zengezur anlaşmasının halk üzerindeki etkisi büyük bir hüsranla sonuçlandı. Halk kendi topraklarından birinin resmen kaybedildiğini ve bunun utanç verici olduğunu düşünüyorlardı.

 Azerbaycan Nahçivan arası koptu böylece Anadolu'daki Türklerle de arası kopmuş oldu. Sonucunda kendi bölgesine hapsedilmiş oldu.

 Günümüz de ise 2020`de başlatılan İkinci Karabağ savaşı ile Azerbaycan eski topraklarının çoğunu kazanmış zaferle birlikte Nahçivan ve Azerbaycan arasında doğrudan kara bağlantısını sağlayan zengezur koridorunu 2025`te imzalanan ABD, Azerbaycan ve Ermenistan zirvesinde konuşulup karara bağlanmıştır.            

23 Ağustos 2025 Cumartesi

El Salvador`a Bakış

 El Salvador`a Bakış







 El Salvador Orta Amerika`da yer alan bir devlettir. Eski bir İspanyol kolonisidir. Şuan ki nüfusu 6.369.447 dir [2025 yılı ölçümlerine göre]. Ülkenin adı olan "Salvador" Hz İsa`ya atfedilen "kurtarıcı" manasına gelmektedir. İspanyol himayesi öncesinde eski bir Aztek toprağı olan Cuscatlan olarak adlandırılmıştır. 

 İspanyol kaşif Pedro de Alvarado 1524 Meksika'dan yola çıkarak El Salvador adını verdiği bölgeyi keşfetti ve İspanya 300 sene boyunca sömürgeleştirdi. 1821 yılına kadar Guatemala'nın bir eyaleti olarak göze çarpmaktadır.

 1823 senesinde Orta Amerika Federasyonu içerisinde bulunan bir ülke haline geldi. Federasyonun  1840 yılı içinde dağılmasıyla daha sonra 30 ocak 1841 yılı içinde ise tam bağımsızlığını ilan etmiştir. Böylece bölgede sözü geçen bir devlet oldu.

 1970`li yıllarda sağ ve sol kavgası yüzünden 1979`da cunta rejimi geldi. Cuntacı liderler sıkı tedbirler ve kanunlar yürürlüğe sokarak şiddetin tırmanmasına sebep olmuştur. 1981 yılı içerisinde Marksist gerillalara karşı ABD yardım yolladı ve olayları bu girişim de çözemedi üstüne gerilim daha da arttı.

  Nüfusu etnik olarak melezler yüzde doksanını oluştururken Amerikalı yerliler yüzde birini oluşturmakla beraber beyaz ırk ise yüzde dokuzunu oluşturmaktadır. Ülkede İspanyolca ana dil olarak konuşulmaktadır.

 El Salvador`da eğitim çocukları hayata hazırlamaya yöneliktir. zorunlu ilk öğretim 9 senedir. Eğer çocuk sonra isterse 2 senelik lise ve üniversiteyle devam edebilir. Eğer istemez ise mesleki eğitimlerle iş hayatına atılmaktadır. Bu da insanları kötü yola sokulmasını önlemeye çalışmıştır şimdiki devlet başkanı Naib Bukele çünkü daha önce terörden çocukları okula bile göndermek istemeyen aileler vardı.

 Kültür olarak özellikle Meksika kültürü yani Aztek kültürüne yakındır. Lakin Orta Amerika'ya yerleşen Afro - Amerikalı ve İspanyol kökenli ailelerin de El Salvador'u kültürel açıdan etkilemişlerdir. Din olarak çok dindar ve Katolik inancına sahiptirler. Genel olarak El Salvador'daki bazı çeteler de haç işaretlerinden dövmeler yaptırıyorlardı. Yani kültür olarak dinlerine her kesim bağlı idi.

 Özetle El Salvador Orta Amerika da Pedro de Alvarado`nun keşfettiği bir bölgedir. 300 yıl İspanyol sömürgesinde kaldıktan sonra 1821 de önce Guatemala'ya bağlı bir eyalet iken sonra 1923`te Orta Amerika Federasyonuna bağlı bir ülke halini aldı ve sonrasında ise 1940`ta dağılmasıyla birlikte 1941`de tam bağımsız bir ülke haline geldi. Zor zamanlardan geçen El Salvador ilk önce sağ sol kavgası sonrasında ise cuntanın ellerine düştü ve sonrasında ise gerilla savaşlarına kurban gitti. Şimdi ise Naib Bukele önderliğinde rahat ve huzurlu şekilde insanların okula gidebildiği bir ülke haline getirmiştir. Kültürel olaraktan Meksika, Aztek, Orta Amerika'ya yerleşen  Afro - Amerikan ve İspanyol ailelerce de kültür şekillenmiş katı şekilde dindar olup Katolik mezhebine inanmışlardır. 6.369.447`luk nüfusu ile gelişmeye devam etmektedir.

22 Ağustos 2025 Cuma

Karanfil Devrimi: Portekiz’in Demokrasiye Açılan Kapısı

 Karanfil Devrimi: Portekiz’in Demokrasiye Açılan Kapısı





 Avrupa tarihinin en dikkat çekici barışçıl devrimlerden biri olarak kabul edilir. 25 nisan 1974 yılında Portekiz Ülkesinde gerçekleşti. Karanfil Devrimi rejimi değiştirmek için değil özgürlük ve demokrasi için savaşan halkın silahsız bir şekilde zafere ulaşmıştır. Askerlerin tüfeklerinin namlularına yerleştirilen kırmızı karanfiller, bu devrimin simgesi haline gelmiş ve Portekiz’in siyasal, toplumsal ve kültürel yapısında köklü dönüşümlere yol açmıştır.

 Bu yazıda, Karanfil Devrimi’nin tarihsel arka planını, sürecin nasıl geliştiğini, devrimin sonuçlarını ve günümüzdeki yansımalarını ayrıntılı biçimde ele alacağız.

 Karanfil Devrimi’nin anlaşılabilmesi için, Portekiz’in 20. yüzyıl ortalarındaki siyasi yapısına bakmak gerekir. 1933’ten itibaren ülke, António de Oliveira Salazar’ın kurduğu “Estado Novo” (Yeni Devlet) adlı otoriter rejim tarafından yönetiliyordu.

 Devlet YapısıEstado Novo denilen faşizan öğeler barındıran, tek partiye dayalı sansür ve baskının olduğu bir rejim kurulmuştur. Salazar’ın ardından 1968’de Marcelo Caetano iktidara gelmiş, ancak rejimin temel özellikleri değişmemişti. 

 Kolonyal SavaşlarPortekiz 1960’lı yıllardan beridir Afrika'daki sömürgelerinde Angola, Mozambik, Gine-Bissau bağımsızlık eylemlerinde bulunmuşlardır. Bu savaşlar ekonomik açıdan yıpratıcı, askeri bakımdan ise sürdürülemez hale gelmişti. 

 Toplumsal huzursuzluk: Uzun süren savaşlar, zorunlu askerlik, yoksulluk, işsizlik ve siyasi baskılar halkın rejime karşı tepkisini artırıyordu. Özellikle genç subaylar, savaşların anlamsızlığını görerek memnuniyetsizliklerini dile getirmeye başlamışlardı.

  Kısacası, 1970’lerin başında Portekiz hem ekonomik hem siyasi hem de toplumsal açıdan çıkmaza sürüklenmişti. İşte bu ortamda Karanfil Devrimi filizlendi.

  Karanfil Devrimi’nin temel aktörleri, (Silahlı Kuvvetler Hareketi, MFA) adlı genç subaylar topluluğuydu.

 MFA’nın amacı: Bu hareketin başlangıcı özellikle Afrika’daki savaşların bitirilmesi ve ordunun geliştirilmesi modern dünyaya entegre edilmesi. Zamanla bu talepler, rejimin tamamen yıkılmasına kadar genişledi.

 Planlama süreci: MFA, gizlice örgütlenerek darbe için hazırlık yaptı. İlginç olan nokta, harekâtın şiddet içermemesi ve halk desteğine dayanması yönündeki kararlılıklarıydı.

 İletişim sembolleri: Darbenin başlatılacağı işaret, Portekizli şarkıcı Zeca Afonso’nun yasaklı şarkısı “Grândola, Vila Morena”’nın radyoda çalınmasıyla verilecekti. Bu şarkı, devrim boyunca dayanışmanın ve özgürlüğün sembolü oldu.

 25 Nisan sabahı MFA harekete geçti. Askerî birlikler, Lizbon başta olmak üzere ülkenin stratejik noktalarını hızlıca ele geçirdi.

 Darbe başlangıcı: Radyo istasyonlarının kontrol altına alınmasıyla başlayan harekât kısa sürede genişledi.

 Halkın katılımı: En dikkat çekici nokta, halkın askerlerle birlikte sokaklara dökülmesiydi. İnsanlar, tankların ve tüfeklerin namlularına kırmızı karanfiller yerleştirdiler. Bu sembolik hareket, devrimin adını ölümsüzleştirdi.

 Şiddetsizlik: Devrim boyunca neredeyse hiç kan dökülmedi. Çatışmalarda yalnızca dört kişi hayatını kaybetti. Bu nedenle Karanfil Devrimi, “barışçıl devrim” olarak da anılır.

 Rejimin çöküşü: Marcelo Caetano, kısa süre içinde teslim oldu. Estado Novo’nun yaklaşık yarım asırlık iktidarı sona ermişti.

 Karanfil Devrimi yalnızca bir hükümet değişikliği değil, Portekiz’in tüm siyasi yapısını kökünden dönüştüren bir olaydı.

 Demokratikleşme sürecinde 1976’da yeni bir anayasa kabul edildi. Çok partili demokratik rejim kuruldu. Basın özgürlüğü ve sivil hakları yeniden tesis etti. 

 Kolonyal savaşların sona ermesi üzerine Angola, Mozambik, Gine-Bissau ve diğer Portekiz sömürgeleri kısa süre içinde bağımsızlıklarını kazandılar. Bu süreç sancılı olsa da Portekiz, sömürgecilikten tamamen vazgeçmiş oldu.

 Toplumsal ve ekonomik dönüşüm açısından büyük toprak reformları yapıldı. Çalışma hakları genişletildi. Eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetlerde ilerlemeler sağlandı.

 Avrupa ile bütünleşme diplomatik açıdan Portekiz, demokratikleşme sürecinin ardından Avrupa topluluğuna daha yakınlaştı. 1986’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (bugünkü Avrupa Birliği) katıldı.

 Karanfil, Portekiz kültüründe hem aşkı hem de direnci simgeleyen bir çiçekti. Devrim sırasında sokak satıcılarının halka dağıttığı kırmızı karanfiller, askeri araçların ve tüfeklerin üzerine yerleştirilerek “silahsız bir devrimin” sembolü haline geldi.

 Bu sembol, sadece Portekiz için değil, dünya genelinde barışçıl direnişin ikonik örneklerinden biri olarak hafızalara kazındı.

 Karanfil Devrimi, sadece Portekiz’i değil, uluslararası siyaseti de etkiledi.

 Avrupa’daki sol hareketler: Devrim, özellikle İspanya’daki Franco rejimiyle kıyaslanarak, otoriter rejimlerin sonunun geldiğini göstermiştir.

 Soğuk Savaş dengeleri: Portekiz’in Afrika’daki sömürgelerinin bağımsızlığı, küresel güç dengelerinde de önemli değişikliklere yol açtı. Sovyetler Birliği, bu yeni bağımsız devletlerde nüfuz kurmaya çalışırken, Batı da Portekiz’i Avrupa sistemine entegre etmeye yöneldi.

 Her ne kadar Karanfil Devrimi barışçıl gerçekleşmiş olsa da, sonrası tamamen sorunsuz değildi.

 Siyasi çekişmeler: MFA içindeki farklı gruplar, ülkenin geleceği konusunda anlaşmazlık yaşadı. Kimileri sosyalist bir düzen isterken, kimileri Batı tipi demokrasiye yöneliyordu.

 Ekonomik sorunlar: Devrim sonrası ekonomide istikrarsızlık, işsizlik ve enflasyon arttı.

 Geçiş süreci: 1974-1976 arasındaki dönem “Geçiş Dönemi” olarak anılır. Bu dönemde yoğun protestolar, grevler ve siyasi çalkantılar yaşandı.

 Ancak tüm bu zorluklara rağmen Portekiz, kalıcı bir demokratik düzene geçmeyi başardı.

 Karanfil Devrimi, bugün Portekiz’de ulusal kimliğin önemli bir parçası olarak anılmaktadır.

 Ulusal bayram: 25 Nisan, her yıl “Özgürlük Günü” olarak kutlanır. Törenler, yürüyüşler ve etkinlikler düzenlenir.

 Kültürel yansımalar: Şiirlerde, şarkılarda ve sanat eserlerinde devrimin sembolleri yaşatılmaktadır.

 Demokratik bilinç: Portekiz halkı için bu devrim, özgürlüğün ve halk iradesinin en güçlü hatırlatıcısıdır.

 Karanfil Devrimi, modern tarihin en etkileyici barışçıl dönüşümlerinden biri olarak tarihe geçti. Yarım asır süren otoriter rejimi sona erdiren bu hareket, halkın özgürlük talebinin askerlerle birleşmesi sayesinde başarıya ulaştı.

 Bu devrim, şiddetsiz direnişin de güçlü bir değişim aracı olabileceğini gösterdi. Bugün Portekiz, demokratik yapısını ve Avrupa içindeki yerini büyük ölçüde Karanfil Devrimi’ne borçludur.

 Karanfil Devrimi’nin mirası, sadece Portekiz’e değil, tüm dünyaya ilham vermeye devam ediyor: Özgürlüğün ve barışın silahlardan daha güçlü olduğunun kanıtı olarak.



21 Ağustos 2025 Perşembe

Lüleburgaz Kongresi ve Konuşulan Maddeler

Lüleburgaz Kongresi ve Konuşulan Maddeler
 Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında, Anadolu’da olduğu kadar Trakya'da da halk örgütlenmeleri ve direniş hareketleri ortaya çıkmıştır. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla birlikte Osmanlı Devleti fiilen işgal altına girmiş, Trakya da Yunanistan’ın genişleme hedefleri arasına dahil edilmiştir. İşte bu süreçte Trakya halkı, kendi geleceğini belirlemek için çeşitli kongreler düzenlemiş ve bu kongrelerde bağımsızlık mücadelesine yön verecek kararlar almıştır. Bu kongrelerden biri de Lüleburgaz Kongresi’dir. Trakya'daki diğer kongre de Edirne'de yaşandı. 

 Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı daha kaybetmeden aleyhinde sonuçlanması, Türk topraklarını paylaşma planlarını hızlandırdı. 1919 yılında İzmir’in işgaliyle birlikte Anadolu’nun yanı sıra Trakya da tehlike altına girdi. Yunanistan, Megali İdea doğrultusunda Batı Trakya’yı, ardından Doğu Trakya’yı da ele geçirmek istiyordu. Bu gelişmeler karşısında Osmanlı batı topraklarını savunmak üzere Türk aydınları, siyasetçiler ve halk önderleri örgütlenme yoluna gitti.

 İlk olarak Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin amacı, Trakya’nın Türk kimliğini korumak, işgale karşı çıkmak ve gerekirse bağımsız bir Türk devleti kurmaktı. Bu cemiyetin faaliyetleri kapsamında 1918–1920 yılları arasında Edirne, Lüleburgaz, Tekirdağ ve İstanbul’da çeşitli kongreler düzenlendi.

 Lüleburgaz Kongresi, bu bağlamda Trakya’lı Türk nüfusunun bağımsızlık mücadelesinde dönüm noktası kabul edilen toplantılardan biridir.

 Kongre, 31 Ekim – 2 Kasım 1922 tarihleri arasında Lüleburgaz’da yapıldı. Trakya’nın çeşitli şehirlerinden temsilciler katıldı. Delegeler arasında dönemin önemli isimleri bulunmaktaydı: Edirne milletvekilleri, Trakya-Paşaeli Cemiyeti yöneticileri, din adamları ve yerel eşraf. Kongre, halkın desteğiyle geniş bir katılımla gerçekleşti.

 Kongrenin yapılmasındaki en önemli sebepleri arasında, Yunan işgaline karşı Trakya’nın tutumunu belirlemek, İstanbul hükümetinin pasif politikasına karşı alternatif çözümler geliştirmek, Trakya’nın geleceğini uluslararası platformda savunacak bir irade ortaya koymak.

 Kongrede görüşülen başlıca konular şunlardı:

 Trakya`nın savunulması bu kongrede öncelikle Trakya’nın Türk kimliği vurgulandı. Yunanistan’ın işgaline karşı, Trakya’nın Osmanlı ve Türk milletiyle birlikte yaşama iradesi net şekilde ifade edildi. Bu amaçla savunma komiteleri kurulması kararlaştırıldı.

  Bağımsızlık seçeneği, Eğer İstanbul hükümeti Trakya’yı koruyamazsa, gerekirse Trakya’da bağımsız bir cumhuriyet kurulabileceği gündeme geldi. Bu düşünce, Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin daha önceki toplantılarında da dile getirilmişti. Ancak çoğunluk, Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan Millî Mücadele ile ortak hareket edilmesi gerektiğini savundu.

 İstanbul Hükümeti’ne güvensizlik, Kongrede İstanbul hükümetinin izlediği teslimiyetçi politika eleştirildi. Özellikle Damat Ferit Paşa hükümetlerinin işgallere ses çıkarmaması büyük tepki topladı. Trakya’nın geleceğinin sadece İstanbul’a bırakılmaması gerektiği vurgulandı.

 Askerî teşkilatlanma, Kongrede, Trakya’nın her şehrinde direniş birlikleri kurulması kararı alındı. Gönüllülerden oluşacak bu birlikler, işgale karşı mücadelede etkin rol oynayacaktı. Ayrıca Anadolu’daki Kuvâ-yi Milliye hareketiyle işbirliği yapılması gerektiği dile getirildi.

 Uluslararası kamuoyuTrakya’nın Türk yurdu olduğunu göstermek amacıyla uluslararası basına ve devletlere bildiri gönderilmesi kararlaştırıldı. Böylece Paris Barış Konferansı ve benzeri toplantılarda Trakya’nın sesini duyurmak amaçlandı.

 Eğitim ve kültür konuları, Kongrede yalnızca askerî ve siyasî meseleler değil, kültürel konular da ele alındı. Türk kimliğini korumak için Trakya’da Türkçe eğitim veren okulların desteklenmesi, millî bilincin güçlendirilmesi üzerinde duruldu.

 Lüleburgaz Kongresi'nin sonuçları, Trakya halkının kararlı direnişini ortaya koyması bakımından büyük önem taşır. Kongre sonucunda:

 Trakya’nın Türk yurdu olduğu ve hiçbir şekilde Yunanistan’a bırakılmayacağı ilan edildi.

 İşgale karşı gerekirse bağımsızlık mücadelesi verileceği vurgulandı.

 Trakya’nın Anadolu’daki Millî Mücadele hareketiyle koordineli çalışması benimsendi.

 Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin çalışmaları güçlendirildi.

 Bu kararlar, ilerleyen dönemde Trakya’nın Millî Mücadele’ye katılmasında belirleyici rol oynamıştır.

 Her ne kadar Trakya’da bağımsız bir devlet fikri gündeme gelse de, Lüleburgaz Kongresi’nde alınan kararlar Anadolu’daki hareketle birleşmeyi kolaylaştırmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Trakya’daki örgütlenmeleri yakından takip etmiş ve onların desteğini almayı başarmıştır. Özellikle Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz sonrasında Trakya’nın kurtuluşu için verilen mücadelede, bu kongrede ortaya konan irade büyük bir dayanak olmuştur.

 1922 sonlarında Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasıyla Doğu Trakya savaşsız şekilde Türk topraklarına katılmıştır. Bu gelişme, Lüleburgaz Kongresi’nde verilen sözlerin hayata geçtiğini göstermektedir. 

 Lüleburgaz Kongresi, yalnızca bir bölgesel toplantı olmanın ötesinde, Türk halkının işgale karşı ortak iradesini temsil eden bir kongredir. Burada alınan kararlar, hem Trakya halkının bağımsızlık konusundaki kararlılığını ortaya koymuş, hem de Anadolu’daki Millî Mücadele ile bütünleşmeyi sağlamıştır.

 Bugün Lüleburgaz Kongresi, Trakya’nın vatan toprakları içindeki yeri bu kongrede alınan cesur kararlarla pekişmektedir. Ama fazla bilinmemekle beraber Türk Milli Mücadelesinde önemli bir dönüm noktası olarak dikkate alınmaktadır. 

 Sonucunda, Lüleburgaz Kongresi, Millî Mücadele yıllarında Trakya halkının vatanseverlik ruhunu ve direniş iradesini ortaya koymuş; alınan kararlarla işgale karşı topyekûn mücadelenin temel taşlarından biri olmuştur. Konuşulan maddeler, Trakya Türkleri'nin kaderini belirlemiş ve ulusal bağımsızlık yolunda önemli bir adım teşkil etti. 


20 Ağustos 2025 Çarşamba

Neriman Nerimanov: Azerbaycan’ın Aydınlanmacı Lideri

Neriman Nerimanov: Azerbaycan’ın Aydınlanmacı Lideri

 İşte Azerbaycan'ın var olmasını sağlayan liderin portresi ve onu tanımaya başlayalım. 


 Neriman Nerimanov, 1870 yılında Azerbaycan’ın Tiflis eyaletine bağlı Tiflis yakınlarında dünyaya gelmiş, Türk dünyasının ve Sovyet coğrafyasının önemli siyasetçi, yazar ve aydınlarından biridir. Hem doktorluk hem de edebiyat alanındaki çalışmalarıyla tanınan Nerimanov, aynı zamanda Azerbaycan’ın milli kimlik mücadelesinde ve sosyalist fikirlerin yayılmasında etkili bir rol oynamıştır. Ayrıca o zaman ki Azerbaycan Aydınları arasında ilklerin adamı Neriman Nerimanov olarak görebiliriz. 

 Gençlik yıllarında eğitimini tıp alanında tamamlayan Nerimanov, doktor olarak görev yaparken toplumun yoksul kesimleriyle yakından ilgilendi. Bu deneyimler, onun halkın sorunlarını daha yakından görmesine ve siyasi düşüncelerinin şekillenmesine zemin hazırladı. Ancak o sadece bir hekim değildi; aynı zamanda kalemiyle de toplumun aydınlanmasına katkıda bulundu. Yazdığı hikâyeler ve romanlarda halkın yaşadığı sosyal adaletsizlikleri işledi. Özellikle “Nadir Şah” ve “Bahadır ve Sona” gibi eserleri, Azerbaycan edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Sonrasında ise Azerbaycan'ın ilk kütüphanesini de kurduğunu gömeceğiz. Yani Nerimanov cahilliğe karşı da savaş açmış bir aydın bir kişiliktir. 

 Siyasi alandaki mücadelesi ise genç yaşta başladı. Çarlık Rusyası döneminde Azerbaycan halkının eğitim seviyesinin yükseltilmesi için çalıştı. Okullar açılması, ana dilde eğitim verilmesi gibi taleplerle öne çıktı. Daha sonra sosyalist fikirlere yönelerek işçi sınıfının haklarını savundu. 1905 Devrimi yıllarında aktif siyaset içinde yer aldı. Ama sonrasında Çarlık Rejiminden bulamadıklarını Sovyetler Birliği'nden hiç bulamayacak ve neredeyse tamamen dışlanacaklardı Türki Cumhuriyetler olarak çok acı çekecek olan bir döneme gireceklerdi. 

 1917 Ekim Devrimi sonrasında Azerbaycan’da Sovyet yönetiminin kurulmasında etkin görev üstlendi. 1920’de Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin kuruluşunda liderlik yaptı ve bir süre devlet başkanı olarak görev aldı. Onun döneminde eğitim, sağlık ve kültür alanlarında önemli reformlar gerçekleştirildi. Özellikle eğitimin yaygınlaştırılması ve okuma yazma seferberliği, Azerbaycan halkının modernleşme sürecinde büyük katkı sağladı. Asıl önemli olan ondan sonra ki dönemlerde yaşanacak olanlar yani resmen özellikle Stalin'in son yirmi yılında çoğu özgürlülkeri elinden alıdı ve milli benlikleri dahil alfabelerini bile değiştirip Kiril Alfabesine göre şekillendirmiştir. 

 Nerimanov’un en dikkat çeken özelliklerinden biri, Moskova’daki Sovyet yönetimi ile Azerbaycan halkının çıkarlarını dengelemeye çalışmasıydı. Sovyetler Birliği içinde Azerbaycan’ın kültürel kimliğinin korunması için çaba gösterdi. Bununla birlikte, merkezi yönetimle yaşadığı fikir ayrılıkları da bilinir. O, Azerbaycan’ın sadece bir Sovyet cumhuriyeti olarak değil, aynı zamanda kendi tarihine ve kültürüne sahip bir millet olarak varlığını sürdürmesi gerektiğini savundu. Ama öyle olmayacaktı belkide kendi de farkındaydı. 

 1920’lerin başında Lenin tarafından da desteklenen isimlerden biri olan Nerimanov, Moskova’da önemli görevler aldı. Ancak Stalin döneminde merkezileşme politikalarının sertleşmesi, onun fikirlerinin geri planda kalmasına yol açtı. 1925 yılında Moskova’da hayatını kaybetti. Ölüm nedeni resmi kayıtlara göre kalp krizi olarak geçse de, bazı tarihçiler onun siyasi sebeplerle ortadan kaldırıldığını ileri sürmektedir.

 Neriman Nerimanov, bugün Azerbaycan’da halkının aydınlanması için mücadele eden bir entelektüel, bir doktor, bir yazar ve bir siyasetçi olarak anılmaktadır. Onun fikirleri, modern Azerbaycan kimliğinin oluşumuna ve Sovyet dönemi boyunca halkın kültürel değerlerini koruma çabalarına büyük katkı sağlamıştır.

 Kısacası, Nerimanov yalnızca bir devlet adamı değil; aynı zamanda bir düşünür, bir sanatçı ve halkının hizmetkârıydı. Hem kalemi hem de siyasi mücadelesiyle, Azerbaycan tarihinin unutulmaz isimleri arasında yer almaktadır.

19 Ağustos 2025 Salı

Dominika: Tarihi ve Genel Kültürü

 Dominika: Tarihi ve Genel Kültürü





 Karayipler’in doğusunda, yer alan bir ada ülkesidir. Dominika’nın ilk sakinleri, MÖ 3100 civarında adaya yerleşen Aravak yerlileriydi. Daha sonra Latin Amerika’dan gelen Karayip yerlileri adada hâkimiyet kurdu. Kristof Kolomb, 3 Kasım 1493’te adayı keşfettiğinde bu adaya Dominika adını verdi. Ancak İspanyollar adada kalıcı bir koloni kurmadı. 17. yüzyılda Fransızlar adaya yerleşti, ardından İngilizler ile Fransa arasında sıkça el değiştirdi. 1763 Paris Antlaşması ile İngiltere’nin yönetimine geçti. 19. yüzyılda adadaki kölelik sisteminin kaldırılması 1834 sosyal yapıda önemli değişimlere yol açtı. Siyahi nüfusun siyasi haklarını kazanması, Karayipler’deki demokratik hareketler için örnek oldu. 1978 yılında ise Dominika, İngiltere’den tam bağımsızlığını ilan ederek egemen bir devlet haline geldi. Dominika kültürü, Afrika kökenli halkın gelenekleri, Fransız ve İngiliz sömürge mirası ile yerli Karayip kültürünün harmanlanmasıyla şekillenmiştir. Ada, Karayipler’de hâlâ yerli Kalinago halkına ev sahipliği yapan ender yerlerden biridir. Kalinago bölgesi, kültürel mirası ve el sanatlarıyla önem taşır. Mutfak kültürü, tropikal meyveler, deniz ürünleri ve kök sebzeler etrafında şekillenir. Popüler yemekler arasında balık güveçleri, “callaloo” çorbası ve baharatlı et yemekleri bulunur. Yerel içeceklerden “sorrel” ve rom da kültürün bir parçasıdır. Dominika’nın müzik ve dans geleneği oldukça renkli ve çeşitlidir. “Bouyon” ve “cadence-lypso” gibi müzik türleri ada halkının neşeli ruhunu yansıtır. Her yıl düzenlenen Dünya Creole Müzik Festivali, hem yerli hem uluslararası sanatçıları bir araya getirir. Dominika, Karayipler’in en dağlık adalarından biridir ve Morne Trois Pitons Ulusal Parkı UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alır. Kaynayan gölleri, sıcak su kaynakları ve volkanik gölleri ile ekoturizm açısından cazip bir merkezdir. Toplumsal açıdan halk, dost canlısı ve topluluk ruhuna önem veren bir yapıya sahiptir. Creole dili yaygın olarak konuşulsa da resmi dil İngilizcedir. Eğitim ve sağlık hizmetleri devletin öncelikleri arasındadır. Dominika, Karayipler’in en dağlık adalarından biridir ve Morne Trois Pitons Ulusal Parkı UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alır. Kaynayan gölleri, sıcak su kaynakları ve volkanik gölleri ile ekoturizm açısından cazip bir merkezdir. Toplumsal açıdan halk, dost canlısı ve topluluk ruhuna önem veren bir yapıya sahiptir. Creole dili yaygın olarak konuşulsa da resmi dil İngilizcedir. Eğitim ve sağlık hizmetleri devletin öncelikleri arasındadır. Dominika, tarihi boyunca sömürge güçlerinin çekişmelerine sahne olmuş, ancak kültürel kimliğini korumayı başarmış bir ada ülkesidir. Bugün hem doğal güzellikleri hem de kültürel çeşitliliği ile Karayipler’in en özgün destinasyonlarından biri olarak varlığını sürdürmektedir.

Medler: Antik Dünyanın Güçlü İmparatorluğu ve Tarihe Etkileri

Medler Medler, Antik Çağ'ın en dikkat çekici halklarından biri olup, özellikle İran coğrafyasının tarihinde derin izler bırakmıştır. M....